11 Aralık 2010 Cumartesi

Kış, Kar ve Bişeyler Daha

Kış resmi olarak kafamıza vurmaya başladı, geç oldu ama olsun. Eşşoğlueşşek Yanardağı patladığından beri bir şeyler ters gidiyor gibiydi; yazla sonbahar sıcak olacak bu yıl derken eşşek yüküyle yağmur yağdı, çok da güzel iyi oldu. Yalnız; kış kişiliksiz bir mevsimdir derken bundan bahsediyordum işte: 48 saatten kısa bir süre önce hava 18 dereceydi. Tişörtle çıkmıştım dışarı. Hoş, yine tişörtle çıkıyorum ama bokum donuyor şu anda.

Kış aylarının resmi içeceği sahlep kafelerde best seller olmaya, palto-kalın pantolon-bot-bere dörtlüsünden oluşan üniformalar herkesin üzerinde göze çarpmaya başladı. Ben de kış ile ilgili bildiklerimi ve bilmediklerimi bir gözden geçireyim hemen şuracıkta:

Kar tanesi var ya hani "kar kristali" olarak geçiyormuş literatürde. Heh, işte onların hiçbiri aynı şekilde olmuyormuş. Tamam, hepsi altıgen ama içlerindeki şekilleri aynı olan 2 kar tanesi bile yağmamış dünya kar tarihinde. Sonra; bu kar taneleri yere inerken birbirlerine hiiiç değmiyorlarmış. İtiyorlarmış birbirlerini. -4 ila -20 derece arasında sıcaklıklarda yağıyormuş. Lapa lapa yağan kar için havanın çok soğuk olmaması gerekiyormuş; -4 ile -8 arası gibi. Kar toprağa yağdığında toprağın donmasını önlüyormuş, üstte kalan kar kaç derece sıcaklıkta olursa olsun, alt kısmı tam 0 derece olarak muhafaza ediliyormuş.

Şimdi de benim bildiklerimi anlatayım. Eğer çok sinirli, g.tünüzden alev çıkaracak derecede öfkeliyseniz üstünüzü giyinmeden karda dolaşın. "Ananı s.kiyim bu nasıl soğuk?!" derken insanın aklından uçup gidiyor her şey. Kızgınlıkla ilgili bir neden yoksa da sadece karın tadını çıkarayım diyorsanız sıkı sıkı giyinip dışarı çıkın ama başınızı kapatmayın. İnsanın tepesine kafasına çat çut indikçe kar taneleri acayip hoşuna gidiyor.

Öküz gibi yağıyor yağmur şu an. Nah böyle at kestanesi gibi kocaman kocaman. Karı izlemenin zevki çok farklı (wife manasındaki değil, snow manasındaki). Artislik desinler, kunillik desinler; kış mevsimine en iyi giden müzik türü klasik müzik. Bak şimdi açmış bulundum Sibelius - Finlandia çalıyor. Mesaj melodisi yapmıştım vaktiyle. Kocaman kocaman ama yavaş yağarken kar; bir açın siz de dinleyin. Ha, yanlış anlaşılmasın; gerer insanı. Sonlarına doğru bir kış müziği konseptinin dışına çıkar besteleniş amacından dolayı; oraları dinlemenize gerek yok. İçinizi karartır ama zaten kış da böyle bir mevsim. Aferin ona. Sonra, söyleyeceğim şudur ki Vivaldi mevsimlerden falan anlamıyormuş. yine de Dört Mevsim - Kış'ın başları tam da tipi yağarken dinlenecek türden. Biraz kulak tırmalar ama candır yine de. Orta kısımlara gelindiğinde yavaş yavaş yağan karla dinlenecek bölümler gelir. Son kısmı ise en harika bölümüdür ama kışla alakası yoktur; sonbaharda tadı çıkar onun ancak. Sir Edward Elgar - Nimrod. Güneş kar toplarken bunu dinlemek lazım. Dinlerken bile üşüyor insan. Hani kar ince ince yağar ya, irmik gibi. Yerde birikir ama yapışmaz birbirine. Sonra fuuuuuuuuu diye üfleyerekten eser rüzgar; tane tane uçurur o karları. İşte o esna için de Lacrimosa tavsiye ediyorum. Arkadaki vokalleri duyunca anlarsınız ne demek istediğimi. Son olarak da çok işlevsel bir müzik: Verdi - Requiem. Onun girişi. Yoksa kendisi çok uzun bir eser. Bu da kar yağışlarının en zevklisi olan hem hayvan gibi büyük, hem de sağdan soldan savrula savrula yağan kar için.

Kış ayının kişiliksizliği insanlarda ya da en azından bende (insan olduğumu düşünüyorum) kişilik bozukluğuna yol açıyor. Aslında çok konuşan geveze biriyken ağzını bıçak açmıyor insanın. Konuşacak, anlatacak ne kadar çok şeyiniz olursa olsun içinizden konuşmaya başlıyorsunuz. Kar topluyorsunuz yani. Sonra "Akşam olsun, bir kahve içip şöyle etraflıca bir düşüneyim olan biteni" dediğinizde biri karşınıza çıkıyor, bir muhabbet bir muhabbet. Lapa lapa yağmaya başlıyorsunuz. Birden kesiliyor konuşma, "Eh seni fazla tutmayayım"lar, "Hava da soğuk, erken gidelim eve"ler falan böyle haddinden fazla bir düşüncelilik. Sonra depresyona devam kaldığın yerden. Aramak isteyip etrafınızdaki insanları; eliniz telefona gittiği anda "Yok ya aramayayım en iyisi. Bıktırmayayım kendimden" gibi baştan aşağı saçma ama engel olunamayacak kadar kuvvetli ruh dengesizlikleri yaşayabiliyor insan bu mevsimde ve eğer kendinizi bir kış insanı olarak görüyorsanız bu ve buna benzer kişilik bozuklukları 4 mevsime yayılıyor. Şimdi düşünüyorum da, daha 2 hafta evvel bu konuyu konuşmuştuk arkadaşlarımdan biriyle; demek ki o da kış insanıymış.

Kış aylarındaki bu suskunluk isteği İskandinav filmlerine benziyor. Bomboş, hiç de çekici olmayan manzaraya bakan maksimum iki kişi; yarım saat boyunca ekranda aynı kare. Artık isyan edesi geliyor insanın "LAAAAAAAANNN YETER BİRİNİZ BİŞEY SÖYLESİN ARTIK!" deyip ekrana kolumu sokmak istiyorum. Her kış hak veriyorum adamlara. Kışın olayı bu çünkü. Öyle boş boş dışarıyı seyrediyorum. Kafada binbir tane adam vır vır vır konuşuyor, bense mala bağlamışım. Rakı içmiş gibi "Lan neden yaşıyoruz, nereye gidecek bu işlerin sonu?" soruları uçuyor beynimde. İşte diyorum ya, yılın her gününe yayılıyor sonra. O yüzden diyorum ki ben bazen bu kuzeyli ve kuzeyliye benzer filimlerdeki suskun, zavallı, ezik, bezgin, sıkıcı, mal, boşa kürek çeken, rahatsız adamlara benzetiyorum kendimi. Sessizlik'deki içinden geçenleri dile getirememekten verem olmuş Ester, Yol'daki olmayacak bir işin peşinden oğluyla beraber koşturan "adam", 7 Samuray'daki suskun ve sürekli kendine verilen görevi karşılık beklemeden istenilenden daha iyi yapan idealist Kyuzo, Fountain'daki inatla çevresindekileri dinlemeden çevresindekiler için birşeyler yapmaya çalışan Tom, vs vs.

Şu anda tam Finlandia'lık yağıyor kar. Az sonra E-5teki trafiği kontrol etme imkanı bulacağım. Eğer bir terslik varsa ben bildiririm buradan. Ya da bildirmem. Bilemiyorum. Rahatsız etmeyeyim şimdi.

Izzy?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder