24 Eylül 2021 Cuma

Sektöründe en az 250 yıl tecrübeli, takım çalışmasına yatkın

Bu resimdeki Pakistanlı teyzemiz 300 yaşındaymış. Basitçe, yaşadığı ülkeden yaklaşık 250 yaş büyük. Türkiye’de yaşamış olsa 1981 öncesinde doğduğu için 50 yaşında emekli olacağından, eğer 15 yıl çalışıp 3600 günlük prim yatırmış ise 250 yıldır emekli maaşı alıyor olacaktı. Şaka maka (ki yüzde doksan dokuz öyle) 300 yıl yaşayan bir insanın hayatta kalmasını sağlayan sağlık sırları pek çok dingil gazetecinin ilgisini çekecek, bu teyzeyi bulup işte sabahları pekmez mi yiyormuş, akşamları yatmadan kulak memesine üzüm sirkesi mi sürüyormuş bunları öğrenmek için kapısını aşındıracaklar. Asıl soru ise arada kaynayacak: Bu teyzeyi 300 yıl boyunca ertesi günü görmeyi isteten motivasyon nedir? Hayatında bir kez bile olsa bir kışın bir pazartesisinin sabah 6’sında 500T’ye binip işe gitmemiş olmasının uzun yaşamında rolü var mıdır?

Yirmili yaşlarımın sonuydu; günde 5-6 saat tavanı izlediğim zamanlarda “40 yaşımı göremeyeceğim” kehanetinde bulunmuştum. Büyük olasılıkla ben çok küçükken 40’lı yaşlarının başlarında rahmetli olan dayılarımın etkisinde kalmıştım bunu düşünürken. Şurada 40 yaşıma bir şey kalmadı, 30’lu yaşlarıma geldiğim anda zaten “40’a bir şey kalmadı be aga” demeye başlamıştım. Saçma bir kabullenişle “Zaten ne yaşıyordun ki, adam olana 40 çok bile” diyerek kendimi yatıştırıyordum içim 40 yaşında ölmeyi kabul edemediği anlarda. İşte böyle bir manyaktım ben. Neyse, şimdi gerçekten 40’a bir şey kalmadı. Geriye dönüp bakınca kelimenin tam manasıyla mal gibi geçmiş en az bir 20 yılım var. İnsan çok üzülüyor. Yani bir daha o yıllara gitsem büyük ihtimalle yine mal gibi yaşardım ama artık mal gibi yaşama lüksü olmayan yaşları temsil ediyor onlar basamağı ≥4 yaşlar. Çoluk çocuk ne olacak, peşin verginin günü geçti mi, Masterchef’i kim kazandı… Hayat 10 yıl önceki gibi değil. 40 yaşında ölmek gibi bir kavramı öyle rahat kucaklayamıyor insan. Bir de tabi ölümün kendine has korkusu var.

 

Ölüm korkusunu tarih boyunca Romalısından Mısır Firavununa zengin ve güçlü kesimde çok gördük. Bundan mütevellit zenginlik kavramını sorgulamak yerine zengin insanlara düşman olmayı tercih eden ama bir yandan da kolay yoldan zenginliğin yolunu sabah akşam arayan bir toplumun sıradan bir üyesi olarak ben de David Rockefeller’dan nefret ederdim. “Zenginlik = (haram yemek + zalim olmak) x ahlaksızlık” denklemindeki her kavramın altını dolduracak şey bu nur yüzlü zatta mevcuttu Maşallah; para, iş zekası, uzun ömür. Kendisinin uzun ömrü pek çok kaynakta doktor ordusuyla yaşaması, mükemmel düzenlenmiş beslenme diyeti olarak gösterilse de ben açıkçası uzun ömrünün nedenini geçirdiği yedi (7) kalp nakline bağlıyorum. Yani şimdi dünya üzerinde kendisine nakledilecek 1 kalp bulamadan bu dünyadan göçen gencecik insanlardan bahsetmek istemiyorum da; hocam kendininkiyle birlikte 8 farklı kalp taşımışsın, para hakikaten hayatı bu kadar tatlı yapıyor mu ya? Ya da ölümden bu denli korkacak ne tür bir bilgin var sonrası hakkında? Yaşadığın hayatın kalitesi gerçekten sonsuza kadar yaşama isteğinle örtüşüyor mu acaba?

Zenginlerin ölümsüzlük hayali kurması başka bir şey, bunu bir yere kadar anlıyorum; zenginler kültürlü olur, kefenin cebi olmadığını bildiklerinden biraz daha harcamak için burada kalmak istiyor olabilirler. Bir de modern tıptaki gelişmeleri “Bin yıl yaşayacak ilk insan aramızda!” gibi clickbait fırsatı olarak gören basının sansasyonel başlıklarla beyaz yakalının aklını aldığı, başlığını okurken heyecandan karton bardaktan yudumladığı white chocolate mochasını MacBook’unun ekranına püskürttürdüğü gerçek dünyamız var. Benimkine ve benden sonraki kuşağa p.zevenklik yapmak için ortaya çıkıp metaforik anlamdaki “ölümsüzlük” dileğini istismar etmeye evrilen Facebook, Instagram, Twitter falan artık kesmiyor kimseyi. Herkes bir başkasında işe yarayıp kendinde işe yarayıp yaramayacağını bilmediği diyetleri yapıyor, merdiven altlarında üretilen kozmetik ürünlerini ağzına yüzüne sürüyor, kuaföre gidip kafasına yılan zehiri enjekte ettiriyor; yapabildiğince genç kalmaya, ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Hiçbirimiz ölmek istemiyoruz, iki kere iki dört. Bu konuda hemfikiriz. Fakat “Asla ölmemek için bir şeyler yapmak” fikri bu kadar yaygın değildi. Düşünün bir kere, sonsuza kadar yaşayacak olmanın maliyeti bir yana, kalitesi ne seviyede olacak? Şahsen ben de 641 yaşıma geldiğimde bayram tatiliyle hafta sonunu bağlayıp yazlığa gitmek isterim, tabi 250’den yaşlılar iş bulabiliyorsa. 1000 yıllık ömrümün 880’inde altımı bezleyecekler, pipetle çorba içirip koltuk altlarımı haftada bir ıslak mendille sileceklerse, şahsi fikrim, çok hoş bir yaşam olmadığı yönünde.

En büyük hayali hayata bir şekilde tutunup eğer mümkünse bir de tatlı huzur almayı başarmak olan bir neslin uzantısıyım ben de aslında ama istisnai bir babam vardı sanırım o dönem için. Alice’inkinden büyük bir hayal dünyası olup da değil tavşan deliğinden içeri dalmak, anahtar deliğinden göz atacak kadar bile lüksü olmayan bir babanın çocuğu olarak tek tip olmanın mükemmellik olduğu dünyadan fark yaratarak iz bırakmadan ayrılmayı kendine yedirmenin çok aşağılık bir şey olduğunu aşılayan bir psikolojiyle yetiştirildim diyebilirim. Hatırlaması bahsetmesi kadar sıkıcı bu konuya girmeyi tabii ki düşünmüyorum; düşündüğüm ne ara asla ölmeyecekmiş gibi yaşayıp ölüm kavramından ölüm gibi korkan bir insan reçeline dönüştü bu dünya? Eğer hayatı insanı yavaş yavaş öldüren bir hastalık olarak görmezsek, zaten bir şekilde sonlanacak bir şey ve sonlanmaması başka problemleri beraberinde getirecek; ölümü dileyerek yaşayan insanlar olduğunun da farkında mıyız acaba? Ölümlü oluşumuzdan değil, ne şekilde ve ne zaman öleceğimizi bilemeyişimizden (ya da çok kısa bir süre öncesinde farkına varacak olmamızdan) korktuğumuzu kendimize itiraf etmek, hayatımızın konforunu yükseltmez mi?

İnsan düşündükçe kafayı yiyor Zekeriya. 300 yıl yaşasam hangi anılarımı anlatıp anlatıp gülerdim acaba? İnternet bankacılığı şifremi kaç kez değiştirmek zorunda kalırdım? Toplamda ne kadar vergi ödemiş olurdum? CV'm kaç sayfa olurdu? 

Sanırım ben biraz tavanı seyredeceğim.