Bu resimdeki Pakistanlı teyzemiz 300 yaşındaymış.
Basitçe, yaşadığı ülkeden yaklaşık 250 yaş büyük. Türkiye’de yaşamış olsa 1981
öncesinde doğduğu için 50 yaşında emekli olacağından, eğer 15 yıl çalışıp 3600
günlük prim yatırmış ise 250 yıldır emekli maaşı alıyor olacaktı. Şaka maka
(ki yüzde doksan dokuz öyle) 300 yıl yaşayan bir insanın hayatta kalmasını sağlayan
sağlık sırları pek çok dingil gazetecinin ilgisini çekecek, bu teyzeyi bulup işte
sabahları pekmez mi yiyormuş, akşamları yatmadan kulak memesine üzüm sirkesi mi
sürüyormuş bunları öğrenmek için kapısını aşındıracaklar. Asıl soru ise arada kaynayacak: Bu teyzeyi 300 yıl boyunca ertesi günü görmeyi isteten motivasyon nedir? Hayatında
bir kez bile olsa bir kışın bir pazartesisinin sabah 6’sında 500T’ye binip işe
gitmemiş olmasının uzun yaşamında rolü var mıdır?
Yirmili yaşlarımın sonuydu; günde 5-6
saat tavanı izlediğim zamanlarda “40 yaşımı göremeyeceğim” kehanetinde bulunmuştum.
Büyük olasılıkla ben çok küçükken 40’lı yaşlarının başlarında rahmetli olan
dayılarımın etkisinde kalmıştım bunu düşünürken. Şurada 40 yaşıma bir
şey kalmadı, 30’lu yaşlarıma geldiğim anda zaten “40’a bir şey kalmadı be aga”
demeye başlamıştım. Saçma bir kabullenişle “Zaten ne yaşıyordun ki, adam olana
40 çok bile” diyerek kendimi yatıştırıyordum içim 40 yaşında ölmeyi kabul edemediği
anlarda. İşte böyle bir manyaktım ben. Neyse, şimdi gerçekten 40’a bir şey
kalmadı. Geriye dönüp bakınca kelimenin tam manasıyla mal gibi geçmiş en az bir
20 yılım var. İnsan çok üzülüyor. Yani bir daha o yıllara gitsem büyük
ihtimalle yine mal gibi yaşardım ama artık mal gibi yaşama lüksü olmayan yaşları
temsil ediyor onlar basamağı ≥4 yaşlar. Çoluk çocuk ne olacak, peşin
verginin günü geçti mi, Masterchef’i kim kazandı… Hayat 10 yıl önceki gibi
değil. 40 yaşında ölmek gibi bir kavramı öyle rahat kucaklayamıyor insan. Bir
de tabi ölümün kendine has korkusu var.
Ölüm korkusunu tarih boyunca Romalısından
Mısır Firavununa zengin ve güçlü kesimde çok gördük. Bundan mütevellit zenginlik
kavramını sorgulamak yerine zengin insanlara düşman olmayı tercih eden ama bir
yandan da kolay yoldan zenginliğin yolunu sabah akşam arayan bir toplumun
sıradan bir üyesi olarak ben de David Rockefeller’dan nefret ederdim. “Zenginlik
= (haram yemek + zalim olmak) x ahlaksızlık” denklemindeki her kavramın altını
dolduracak şey bu nur yüzlü zatta mevcuttu Maşallah; para, iş zekası, uzun ömür.
Kendisinin uzun ömrü pek çok kaynakta doktor ordusuyla yaşaması, mükemmel
düzenlenmiş beslenme diyeti olarak gösterilse de ben açıkçası uzun ömrünün
nedenini geçirdiği yedi (7) kalp nakline bağlıyorum. Yani şimdi dünya üzerinde kendisine
nakledilecek 1 kalp bulamadan bu dünyadan göçen gencecik insanlardan bahsetmek
istemiyorum da; hocam kendininkiyle birlikte 8 farklı kalp taşımışsın, para
hakikaten hayatı bu kadar tatlı yapıyor mu ya? Ya da ölümden bu denli korkacak ne
tür bir bilgin var sonrası hakkında? Yaşadığın hayatın kalitesi gerçekten
sonsuza kadar yaşama isteğinle örtüşüyor mu acaba?
Zenginlerin ölümsüzlük hayali kurması
başka bir şey, bunu bir yere kadar anlıyorum; zenginler kültürlü olur, kefenin
cebi olmadığını bildiklerinden biraz daha harcamak için burada kalmak istiyor
olabilirler. Bir de modern tıptaki gelişmeleri “
Bin yıl yaşayacak ilk insan aramızda!” gibi clickbait fırsatı
olarak gören basının sansasyonel başlıklarla beyaz yakalının aklını aldığı, başlığını
okurken heyecandan karton bardaktan yudumladığı white chocolate mochasını MacBook’unun
ekranına püskürttürdüğü gerçek dünyamız var. Benimkine ve benden sonraki kuşağa
p.zevenklik yapmak için ortaya çıkıp metaforik anlamdaki “ölümsüzlük” dileğini
istismar etmeye evrilen Facebook, Instagram, Twitter falan artık kesmiyor
kimseyi. Herkes bir başkasında işe yarayıp kendinde işe yarayıp yaramayacağını
bilmediği diyetleri yapıyor, merdiven altlarında üretilen kozmetik ürünlerini
ağzına yüzüne sürüyor, kuaföre gidip kafasına yılan zehiri enjekte ettiriyor;
yapabildiğince genç kalmaya, ömrünü uzatmaya çalışıyor.
Hiçbirimiz ölmek istemiyoruz, iki kere
iki dört. Bu konuda hemfikiriz. Fakat “Asla ölmemek için bir şeyler yapmak”
fikri bu kadar yaygın değildi. Düşünün bir kere, sonsuza kadar yaşayacak
olmanın maliyeti bir yana, kalitesi ne seviyede olacak? Şahsen ben de 641 yaşıma
geldiğimde bayram tatiliyle hafta sonunu bağlayıp yazlığa gitmek isterim, tabi
250’den yaşlılar iş bulabiliyorsa. 1000 yıllık ömrümün 880’inde altımı
bezleyecekler, pipetle çorba içirip koltuk altlarımı haftada bir ıslak mendille
sileceklerse, şahsi fikrim, çok hoş bir yaşam olmadığı yönünde.
En büyük hayali hayata bir şekilde
tutunup eğer mümkünse bir de tatlı huzur almayı başarmak olan bir neslin uzantısıyım
ben de aslında ama istisnai bir babam vardı sanırım o dönem için. Alice’inkinden
büyük bir hayal dünyası olup da değil tavşan deliğinden içeri dalmak, anahtar
deliğinden göz atacak kadar bile lüksü olmayan bir babanın çocuğu olarak tek
tip olmanın mükemmellik olduğu dünyadan fark yaratarak iz bırakmadan ayrılmayı
kendine yedirmenin çok aşağılık bir şey olduğunu aşılayan bir psikolojiyle
yetiştirildim diyebilirim. Hatırlaması bahsetmesi kadar sıkıcı bu konuya
girmeyi tabii ki düşünmüyorum; düşündüğüm ne ara asla ölmeyecekmiş gibi yaşayıp
ölüm kavramından ölüm gibi korkan bir insan reçeline dönüştü bu dünya? Eğer
hayatı insanı yavaş yavaş öldüren bir hastalık olarak görmezsek, zaten bir
şekilde sonlanacak bir şey ve sonlanmaması başka problemleri beraberinde
getirecek;
ölümü dileyerek yaşayan insanlar olduğunun da farkında mıyız acaba? Ölümlü
oluşumuzdan değil, ne şekilde ve ne zaman öleceğimizi bilemeyişimizden (ya da
çok kısa bir süre öncesinde farkına varacak olmamızdan) korktuğumuzu kendimize itiraf
etmek, hayatımızın konforunu yükseltmez mi?
İnsan düşündükçe kafayı yiyor
Zekeriya. 300 yıl yaşasam hangi anılarımı anlatıp anlatıp gülerdim acaba? İnternet bankacılığı şifremi kaç kez değiştirmek zorunda kalırdım? Toplamda ne kadar vergi ödemiş olurdum? CV'm kaç sayfa olurdu?
Sanırım ben biraz tavanı seyredeceğim.