7 Mart 2021 Pazar

Öfkeli Kalabalık


Birkaç kişinin naraları sokaklarda yankılanır, ardından bir bakmışsın onlar, yüzler, binler olmuşlar; içinde insanıyla otelleri yakmışlar, kahvehane taramışlar, öğrenci evlerini basıp gencecik çocukları boğmuşlar…

Bir anda oluverirdi bunların hepsi. Değil o mahallenin adamı, sanki bu dünyadan bile değilmiş de yokluğun içerisinden bir anda var olup çıkmış olan o hilkat garibeleri öfkeli kalabalığın bam teline basmış, hiç akıllarından bile geçmeyen o pis suçu o masum insanlara işletmişlerdi kaç defa. Asıl mağdur provoke edilen, elinde cinayet silahı ve kıyafetlerini baştan aşağı kırmızıya boyayan kanla yere serdikleri cesetlerin başında kalakalan o günahsız kalabalık, ah o masum kalabalık…

Eşsiz misafirperverliği, yüce ahlakı, sonsuz irfanıyla Anadolu insanı, o sırf mağdur görünmek için oluk oluk kan akıtan ölü bedenlerin oyununa geldi defalarca. Bu insanlar saf, temiz duyguları ve gayet makul kırmızıçizgileriyle asla yanılmazlardı. Elbet aldatılabilirlerdi; hain bir demeç, varlığı dünyayı kirleten bir mezhep, yaşamayı haram hale getirecek bir siyasi görüş doğal olarak kontrollerini kaybetmelerine neden olabilirdi fakat asla yanılmazlardı. Günün sonunda ölen bir avuç kişinin ölmeyi hak ettiği ve öfkeli kalabalık olarak kendilerinin aslında haklı olduğu konusunda asla yanılmadılar. Bir yandan da şanslıydılar; diğer tarafta hiçbir zaman öfkeli bir kalabalık olmadı.

Ne hikmetse beğenmediğimiz 90’ları düşünüyorum da;  şiddet haberleri, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen televizyon kanallarında aynı anda yayınlanırken korkuya kapılıyor, sarsılıyorduk. Senede 1-2 defa böyle dehşetler yaşıyor ve yılıyorduk şiddetten; bu şiddetin içimize işlemesinden, yayılmasından, yanımızdaki mahalleye sıçramasından endişe ediyorduk. Haftalarca gündemimizin başköşesine oturtuyor, bir daha olmamasını sağlayacak çözümler üzerine siyasi beyin fırtınaları estiriyorduk.

Ve o zamanlarda yaşadığımız her şiddet olayında şöyle diyorduk: 

Nerde bu devlet?

Hâlbuki devlet hep oradaydı.

Şiddet siyasi bir şeydi. Ayrılıkçı terör örgütlerinin, onlara karşı savaşan başka terör örgütlerinin, İslamcı terör örgütlerinin, solcuların, sağcıların ve sairin oyuncağıydı şiddet. Şekli değişir, konusu değişmezdi. Bazen infilak eden bir araba, bazen birinin başının bir yanından girip diğer yanından çıkan bir kurşun, bazen sopalı bir saldırıydı ama şiddetin emeli hep siyasiydi. Onun dışında insanları sindiren mafyavari oluşumlar vardı ama o da nihayetinde para içindi; yüzyıllardan beri kim ekonomi ile siyaseti birbirinden ayrı düşünebildi ki?

Şahit olunan her şekliyle şiddet bir alçağın veya bir “galeyana getirilmiş”in değilse eğer, ancak bir çaresizin işi olabilirdi. Bu sebeple kadına, çocuğa, güçsüze şiddet gösteren öfkeli kalabalık değil de bir bireyse; öyle hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edemezdi. Karısına, çocuğuna el kaldıranın buna haklı bir gerekçe gösteremediği zamanlardı 90’lar. Yapan var mıydı? Tabii ki, her zaman. Sonucu ise kati bir dışlanmaydı; tanıyan tanımayan herkes tarafından.


Hep koyuca bir sisin ardında geçen 90’lardan sonraki dönemde şiddet, terörist başının yakalanmasıyla en tepedeki gündem olmaktan çıktı, hatta bir süre sonra geçim derdinin de o kadar gündem olmadığı güzel zamanlarımız bile oldu; halının altında tozları süpürecek yer kalmayana kadar.


Şiddet bir kış günü Kızılay meydanında kıstırılıp üzerlerine su sıkılan işçilerle mi, ellerinde dövizlerle yürüyen doktorların dövülmesiyle mi yoksa çocuğunun notunu beğenmeyen velilerin düşük not veren öğretmenleri tartaklamasıyla mı tekrar başladı bilemiyorum ama bildiğim tek şey terörün mezarından çıkıp ayağa kalkmasıyla da, birkaç ay evvel el sıkışıp dostça karşılıklı ziyaretlerde bulunduğumuz komşularımızın yüzüne savaş çığlıkları atmamızla da aynı zamanlara denk geldiği.

90’lardaki korkularımızın tekrar ortaya çıkmasından endişe etmeye başladık; kısacası korkmaktan korktuk bir süre. Şiddetin alışılageldik bir şey olmasıydı bizim korkumuz o zamanlar. Bir şehit haberinde şoka uğramamak, televizyonda haberini gördüğümüz olaylara bizzat şahit olmak, kendimizi korumak için bile olsa bir başkasına el kaldırmayı bir çare olarak görmekti korkumuz. Bundan korkuyorduk çünkü bunların yaşandığı zamanların hikâyeleriyle büyüdük. Birbiriyle aynı arsada top oynayan arkadaşların birbiriyle kanlı bıçaklı olduğu, bir o taraftan bir bu taraftan gençlerin darağaçlarında sallandığı zamanların hikâyeleri.


Oldukça uzattıktan sonra bugüne gelelim. Artık şehit haberlerinin birer ikişer değil onar yirmişer gelmesine rağmen birkaç saatte gündemden düştüğü, hatta aynı elim olaydaki şehit sayılarının olayın üzerinden zaman geçtikçe arttığı ama kimsenin ses çıkartmadığı zamanlardayız. Katillerin başlarının eğilmeyip kendilerini tutuklayanlarla poz verdiği, teröriste para kaptıranın hapislerde çürürken teröriste sağ kolluk yapanların baş tacı edildiği, terörist ne istediyse verenlerin eleştirilemediği zamanlardayız. Katillerin, tecavüzcülerin tutuksuz yargılandığı; teröristlerin devlet televizyonlarına röportaj verdiği zamanlardayız. 301 kişinin öldüğü bir toplu katliamda hiç kimsenin suçlu olmamasına, çoluğuyla çocuğuyla 25 kişinin öldüğü cinayet gibi bir kazada tek ceza alanların ölenlerin anaları babaları olmasına kimsenin sesini yükseltmediği zamanlardayız. Katledilenlerin suçlandığı, katledenlerle duygudaşlık kurulduğu zamanlardayız. Küçücük bir kız çocuğunun cinayetinin üstünün kapatılmaya çalışıldığı, parçalara ayırılmış kadın cesetlerinden siyaset yapıldığı zamanlardayız.

90’lardan bu yana bu toplum için olumlu anlamda gelişen tek şey, artık kimsenin “Nerde bu devlet” diye sormayışı.

Çünkü devlet nerde artık hepimiz biliyoruz.

Masumun, haklının, güçsüzün yanında duran hiçbir otoritenin olmadığı bu çağda birbirimizden başka kimsemiz olmadığını bir an önce kabullenmek zorundayız. Çünkü bilerek, isteyerek, göz göre göre şiddetin sıradan, olağan, bayağı bir hale getirildiği bir ülkede elimizde iletişim teknolojileri ve birbirimizden başka hiçbir güvencemiz yok. Şiddetin siyasetin oyuncağı olmaktan çıkıp 90 küsür yaşındaki kadınların canına, hayvanların ırzına, küçücük çocukların namusuna göz diktiği bu ortamda şiddete seyirci kalmak; hareketsiz yatan anasının tekmelenen bedeninin yanında titreyerek ağlayan bir kız çocuğunun yardımına koşmak isteyene “aman sen karışma” diye engel olmak, yakın zamanda şiddetin kapımızı bir tekmeyle yıkıp yatak odamıza kadar gelmesine neden olacak. Unutulmamalı ki seçilmişlerce korunan katillere, tecavüzcülere, gaspçılara karşı tek çaremiz, birbirimiziz.