25 Kasım 2021 Perşembe

Şahlanan Bir Ekonomi Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Ekonomimiz şahlandıkça aklıma önceki şahlanış dönemi geliyor istemsiz bir şekilde. Babaannemin koluna girip Ziraat Bankası'na gidişimiz, elimizde banka cüzdanı ve nüfus kâğıdıyla akşama kadar sıra bekledikten sonra veznedeki memurun 3 aylık maaş ile birlikte bana bir Başak Çocuk dergisi uzatması, dönüşte önce kuruyemişçiye gidip yarım kilo antep fıstığı, sonra da döviz bürosuna uğrayıp kalan tüm parayla Dolar veya Mark almamız. Babaannemin eve geldikten sonra bana antep fıstıklarının kapalı olanlarını ayırttırıp açık olanları tek tek saydırdıktan sonra ev ahalisine eşit sayıda paylaştırtması. Market alışverişi yapacağımız zaman bir miktar Dolar bozdurmamız, eğer çok para artarsa tekrar gidip Dolar almamız falan... Ekonomimizin şahlandığı bu günlerle karşılaştırınca düşünüyorum da o zaman ekonomiyi yerden yere vuruyorduk, meğer o zaman da bildiğin şahlanıyormuşuz yav. Tabii ki bugünlerdeki kadar kusursuz bir şahlanış yoktu; o zaman marketten 2 kilo şeker 10 litre yağ almamız yasak değildi.

Günün 10 saatini Yasin okuyarak geçiren hacı babaanneme Antep fıstıksal marksizmi keşfettiren düzen, vergi iadesi zarfını annemin mi yoksa babamın mı dolduracağını
belirleyen Doğu Perinçek - Ertuğrul Kürkçü - Bülent Uluer kavgasını aratmayacak tartışmaların fonunda sosyal devlet rüzgârlarını evimizde estiriyordu. Vergi iadesi zarfı doldurarak elde ettiğimiz gelirin en az iki katını göz doktoru masrafı olarak ödesek de bu aslında insanların ekonominin kayıt dışılığının önüne geçen minik ama önemli bir unsurdu, farkındaydık. Her kuruş önemliydi o zamanlar; yıllık enflasyon ortalama %70 olsa da.

Geyiği bir yana bırakacak olursak, "Telefonunu çıkar" dayılarından daha fazla hatırlıyoruz 20 yıl öncesini. Sankisiz, acabasız şekilde ülke tarihinin en kötü ekonomik dönemini yaşıyoruz. Bu kez derdimiz yapısal reformların bilinmeyişi, tecrübesizlik, beceriksizlik de değil; bildiğin kötü yönetim: Bilerek ve isteyerek. Peki, niçin bu kadar kaybediyoruz? Ekonomik krizin acısını niçin eski Türkiye’dekinden daha ağır hissediyoruz? Niçin insanlar canına kıyıyor, niçin yarın bizi ne kadar daha kötü bir gidişatın beklediğini kestiremiyoruz, niçin alışveriş listemize bile karışılıyor? 

Tabii ki bu yazıyı bu konu üzerine yazacak kadar cüretkâr bir ekonomi uzmanı değilim. Her
şeyin de ahkâmını kesemem yani, o iş de bir yere kadar. Burada dokunmak istediğim nokta şu; maalesef bu dünyaya gelen herkes eğer bir kralın, bir holding sahibinin veya bir Türk siyasetçinin çocuğu değilse ekonomik döngünün içerisinde yer almak, ekonomik anlamda artı değer üretmek zorunda. İnsanların mecburiyetleri ve sorumlulukları ile ilgili kafaları çok karışık fakat aslında durum çok net: Nasıl ki bizi yönetenleri seçmek için siyaset hakkında kendimize ait bilgi edinme zorunluluğumuz varsa, nasıl ki öbür dünyada deniz manzaralı huri dolu bir villamız olması isteğimiz bu uğurda yapılacaklardan tamamen bizi sorumlu tutuyorsa; malımızı veya hizmetimizi ancak parayla değiş tokuş edebildiğimiz bu düzende de ekonomi hakkında birinci elden bilgi sahibi olmak zorundayız. Sonuçta her siyasetçi "Beni siz seçtiniz", her hoca "Allah oku demiş, kendin okusaydın mübarek" diyeceği gibi, fikrini aldığınız her ekonomi uzmanı da "Yatırım tavsiyesi değildi" diyecek gün bittiğinde. 30 küsur yıllık hayatımda ekonomi hakkında öğrendiğim doğruları paylaşamam çünkü çok fazla yok bu doğrulardan fakat yanlışlara dikkat çekebilirim diye düşündüm. Mümkün olduğunca ilkokul seviyesine inerek bu yanlışlara bir bakalım:

Dolar yükseliyor

Ben kendimi bildim bileli döviz yükseliyor. 90'ların herhangi bir gününün herhangi bir gazetesinin ekonomi sayfasını açsanız bu haber başlığını görürsünüz. İşin gerçeği ise, aslında Dolar hiç yükselmedi; en azından bizim için. Türk Lirasının değeri düşüyor. Eğer öyle olmasaydı sadece Dolar yükselir, Türk Lirası diğer para birimlerinin önemli kısmına karşı değer kazanırdı.

Ülkemizde tükettiğimiz pek çok şeyi yurt dışından alıyor, yani ithal ediyoruz. Eğer anlamsız bir şekilde sürekli alıp sattığımız otomobilden örnek verecek olursak, Almanya'dan
otomobil ithal ediyoruz ve bunun karşılığında para ödememiz gerekiyor. Almana Türk Lirası uzattığınızda elinizdeki paraya bakıyor ve "Bu ne amk?" diyor. "Türk Lirasını n'apiyim amk Türk müyüm ben? Bana Euro ver Dolar ver." diyor. Mecburen elinizdeki Türk Lirasını dövize çevirip adamın parasını döviz olarak ödüyorsunuz. Böylece ülkedeki dövizi Alman'a verip arabayı iç piyasaya Türk Lirası ile sattığınız için piyasadaki döviz azalıyor. E biz sadece araba ithal etmiyoruz; bunun cep telefonu var, petrolü var, enerjisi var. Bunların her birini dövizle aldığımız için sürekli ülkeden döviz çıkıyor ve piyasadaki TL miktarı fazlalaşıyor. Döviz azaldıkça değeri artıyor çünkü sürekli bir şeyler ithal ettiğimiz için bugün olmasa yarın, yarın olmasa bir sonraki gün yine dövize ihtiyacımız var. Buna karşılık piyasada TL miktarı arttıkça artık TL'ye ulaşmak kolaylaşıyor ve değeri düşüyor. Bunun önüne geçmek için ise ya ithalatı azaltmamız ya da ülkemizde ürettiğimiz ve üretim sürecindeki maliyetlerinin çoğunluğunun TL cinsinden olduğu ürünleri yurtdışına satıp karşılığında döviz almamız, yani ihracat yapmamız gerekiyor. Maalesef ki yabancı ülkelerden aldıklarımız yabancı ülkelere sattıklarımızdan çok daha fazla, temel tüketim ürünlerimizin bile çoğu yabancı kaynaklı. Cari açıktan, ithalata dayalı üretimden, dış ve iç borçlanmadan falan bahsetmeden olayın özeti bu.

Faizle para kazanıyorum

"X bankası yıllık %15 faiz veriyor. Ben de paramı X bankasında faize koyuyorum ve 100binTL ile yılda 15binTL kazanıyorum."

NAH kazanıyorsun. Ülkede yıllık enflasyon %19. Yani yersen; aslında çok basit hesaplarla %35'in üzerinde olduğunu görebiliyoruz ama hadi %19 diyelim. Enflasyonun yıllık %19 olması demek, bu yıl 100bin lira olan bir ürünün gelecek yıl aynı dönemde 119binTL olması demek. Fakat enflasyonu %19 olup bankası %15 faiz veren ülkede 1 yıl sonra senin 115binTL paran oluyor ve bir yıl önce elindeki parayla alabildiğin ürünü 1 yıl sonra alamıyorsun. Peki, gerçekte ne oluyor? Bankaya koyup %15 faiz getirisi beklediğin 100binTL bir yıl sonra 115binTL oluyor fakat ne hikmetse enflasyonun %19 açıklandığı ülkede o ürünün fiyatı 140binTL olmuş. Çünkü ülkemizde enflasyon sadece pinpon topu veya dikiş iğnesi alıyorsanız %19. Eğer kimsenin almadığı araba, elektrik, doğalgaz veya benzin gibi gereksiz şeylere meraklıysanız evet, o zaman enflasyon biraz daha yüksek olabiliyor.

Maaşını dolarla mı alıyorsun?

Bu sorunun kısa cevabı "Hayır". Uzun cevabı ise "Tabii ki hayır". Problem de tam olarak bu zaten. Ekmeğin unundan etini yediğimiz koyunun yemine kadar ithal ediyoruz; bu durum bizi "Dolar yükseliyor" başlığına götürüyor. Tüm bunları dövizle aldığımız için piyasada döviz azalıp döviz almak isteyen kişi sayısı değişmediğinden ya da arttığından değeri yükseliyor, Türk Lirası artıp değeri düşüyor.

Daha uzunca anlatmak gerekirse eti elde etmek için hayvana verilen yem, yapılan aşı, hayvanı kestikten sonra nakliyesinin yapıldığı kamyon ve kamyona koyulan benzin ithal. Satıcı bunu 100TL maliyetle üretip 110TL'ye satıyor diyelim. Senin işten çıkıp eve gitmeden önce uğradığın markette de tüm aradaki nakliye, ambalaj falan fıstık masraflarıyla birlikte 150TL olsun raftaki fiyat. Olmayacak bir iş oldu ve 6 ayda dolar %100 artıp fiyatı ikiye katlandı diyelim. Olmayacak iş! Olsun, fikir yürütüyoruz. Üreticinin 100TL'lik maliyeti oldu 200TL. %10 karını koydu, sattı 220TL'ye. Sen işten çıktın ve eve gitmeden önce markete uğradın, bir baktın raftaki fiyat olmuş 300TL. Sonra cebindeki paraya baktın; son 6 ayda etin fiyatı 2'ye katlanmış ama maaşın aynı. Çünkü maaşını dolarla almıyorsun. Tam da bu yüzden et almaktan vazgeçip 2 kilo şeker ve 4 kilo çay alıp kasaya gidiyorsun, parayı uzatıyorsun ama sana satmıyorlar. Çünkü o kadar şekeri ve çayı bir seferde alman yasak. Çay ve şekerden birer paket alıp eve gidiyorsun. Protein almanın yollarını düşünürken tırnaklarını yemenin bir seçenek olduğunu fark ediyorsun. Her şerde bir hayır var, değil mi?

Avrupa'da her şey pahalı / 1€=1 birim gibi düşün

Değil. Değil çünkü bir şeyin fiyatının yüksek olması ile pahalı olması aynı şey değil. Avrupa'da pek çok şeyin fiyatı Türkiye'dekine oranla yüksek fakat alım gücü de Türkiye'dekinden yüksek. Örnek verecek olursak şu anda Migros'ta kuşbaşı etin kilosu 62TL. Şu anki kurla (€=13,44TL4,61€. Hiç link falan paylaşmıyorum çünkü yarın bu fiyat bugünkünden farklı olacak. Müthiş bir araştırmacılık örneği ile Google'a "Almanya’da etin kilosu" yazıp aratınca karşıma çıkan ilk sonuca göre kuşbaşı etin kilosu 7,99€.

Bir diğer sık yapılan yanlış olan 1€ = 1TL gibi düşün formülünü uygularsak Almanya'da et neredeyse 8 kat daha ucuz çıkıyor. Doğruya en yakın karşılaştırmayı yapabilmek için işin içine asgari ücreti sokalım; aslında bu da yetersiz ama en azından gerçekçi. Türkiye'de günlük asgari ücret bu kaynağa göre 7,60$ yani 6,77€. Almanya'da ise günlük asgari ücret saati 9,50€'dan 76€. Kısaca asgari ücretle 1 gün çalışan bir Alman 9 kilodan fazla kuşbaşı et alabiliyorTürkiye'de asgari ücretle çalışan bir Türk ise 9 kilo kuşbaşı et almak için 6 günden fazla çalışmak zorunda. Öncesinde de söylediğim gibi bu veri yine yetersiz ama tabii ki daha yeterli bir veri Türk lirası açısından daha acı bir sonuç ortaya koyacak; çünkü 2018 verilerine göre Almanya'da asgari ücretle çalışan kişilerin tüm çalışan nüfusa oranı %6,6; Türkiye'de bu oran o dönemde %34 (kaynak).

Faizleri düşürdüler, o zaman gidip kredi çekelim

Arkadaşlar size kötü bir haberim var; düşen faiz o faiz değil. Kredi faizleri artıyor. Düşen faiz mevduat faizi.

Temmuz ayında %17 olan Ziraat Bankası yıllık mevduat faizi şu anda %13 civarında. Bugün 100 pinpon topu alacak parayı faize yatırdık ve 1 yıl sonunda 113 pinpon topu alacak paramız oldu. Diye düşünüyoruz. Öyle olmasını umuyoruz. Fakat geçtiğimiz ay yıllık enflasyon pinpon topunun kırtasiyedeki fiyatı için %19,89 fabrikadaki fiyatı için %46,31 olarak açıklandı. Yani bir yıl önce 100 pinpon topu aldığımız paraya şu anda 80,11 pinpon topu alabiliyoruz. Bu rakamlar önümüzdeki yıl da böyle gerçekleşirse bugün 100 pinpon topu aldığımız paraya 1 yıl sonra ancak 80,11 pinpon topu alabileceğiz. Çok aşırı kaba ve yanlış bir hesapla paramızı faize yatırdığımızda gelecek yıl kaybımız 13 pinpon topu eksik olacak ve bir yıl önce 100 pinpon topu aldığımız paraya şu anda 93,11 pinpon topu alabileceğiz. Ama faizler düşürülmeseydi ve temmuz ayındaki gibi %17 olarak kalsaydı 97,11 pinpon topu alabiliyor olacaktık.

Kredi faizleri ise artışta. Temmuz ayında %1,55 olan Ziraat Bankası tüketici kredisi oranı şu anda %1,63. Yani temmuz ayında 12 ay vadeli 100binTL tüketici kredisi alsaydık toplamda 112bin500TL geri ödeyecektik fakat şimdi bu krediyi alsak bir yıl sonunda 113bin165TL ödemiş olacağız. Kaba bir şekilde özetleyecek olursak, para kazanmamızı sağlayan faiz oranları düşerken para kaybetmemize neden olanlar yükseliyor. Hesabı bu linkten siz de yapabilirsiniz.

Telefonunu çıkar

Telefon çıkarttıran dayılardan hepimiz bıktık, dayılar bunu inatla bir kanıt olarak kullanıyor. Ancak bunun "AK Partiden önce buzdolabı yoktu" gibi bilimkurgu iddialardan veya "Yol yabdılar" tarzı savunmalardan çok da bir farkı yok çünkü bakın sadece cep telefonu değil, akıllı telefon artık bir ihtiyaç. Hem de yıllardır. Bugün evlerimizde ev telefonu yok, çok basitçe nedenini anlatmak gerekirse ev telefonlarıyla tapu işlemlerimiz için gerekli anlık bilgileri alamıyoruz, e-devlet'e giremiyoruz ve hatta şu pandemi döneminde her yere girerken mecburi olan "Hayat Eve Sığar" uygulamasını kullanamıyoruz. Devletin devlet dairelerinin yükünü azaltmak için vatandaşını kullanmaya mecbur bıraktığı bir ürünü lüks sınıfına sokup bu argümanla tartışmalarda bir adım öne çıkmaya çalışan dayılar için tabii ki her işlerini yaptıracak bir torun, evlat veya bir beyaz masa görevlisi var. Bu sebeple bu durumu onlara anlatamazsınız ama rahat olun; cep telefonunuz lüks değil.

Faiz sebep enflasyon sonuçtur

Bakın bu cümleyi kuran koca koca adamlar var ya, işte o adamların akademisyen olanları  size sınav yapsa ve sınavda bu cümleyi yazsanız tekme tokat okuldan atarlar sizi. Faizin enflasyonu yükseltmesi, canı sıkılıp "Ben bugün faizleri yükseltmek istiyorum çünkü neden olmasın amk" diyen bir Merkez Bankası başkanının olduğu paralel bir evren için mümkün olabilir ancak. Yani tam olarak anlatabilmek eğitici bir özellik istediğinden burada tıkanıyorum ama faizin enflasyonu yükselttiğini iddia etmek, hava soğuduğu için kaloriferi yakmak yerine kaloriferi yaktığımız için havanın soğuduğunu iddia etmek gibi bir şey. En iyisi şu ve benzeri kaynaklardan okumak bu konuyu.

Velhasıl, Amerika'yı yeniden keşfetmediğim ve böyle de bir niyetimin olmadığı bu yazının sonunda anlatmak istediğim şeyi özetlemem gerekirse; ekonomi hakkında fikir sahibi olmak zorundayız ve evet bu o kadar kolay bir konu değil ama varoluşsal sorgulamalara sürüklenmemize neden olacak kadar imkânsız da değil. Ekonomi hakkındaki bilgimizi asgari düzeye yükseltmediğimiz sürece ise ülkemizdeki gibi en saf yorumlamayla beceriksiz yönetimlere söyleyecek bir sözümüz olmaz. Okuduğunuz için teşekkür eder, paranızın her dakika erimediği bir gün dilerim.