7 Eylül 2015 Pazartesi

Mahşer Vatan

Vaktiyle "Milli Coğrafya" derslerinde öğrendiğimize göre aynı anda dört mevsimi yaşayabileceğimiz cennet bir vatan Türkiye. Bize "Beşeri Coğrafya" dersinde sosyal olarak cennet değil mahşer bir yer olduğunu öğretmemişlerdi, zamanla öğrendik. Susam Sokağı'lı, HBB'li, vergi iadeli, Tansu'lu, kasetli, Walkman'li, oduncu gömlekli, L-Manyak'lı yıllar, yine bu derslerle birlikte 90'ların kendine özgü hatıraları olarak kaldılar fakat yine aynı dönemin hatırlanmak istenmeyen OHAL'li, Mavi Çarşı Katliamı'lı, Çelik Harekatı'lı zamanlarını bir retro-apokaliptik roman tadında yaşıyoruz tekrar.

Ortadoğudan gelen yoğun mülteci dalgası tam olarak asla terketmez ülkeyi. Yönünü Yunanistan ve Balkanlar üzerinden Orta Avrupa'ya çeviren bu yüksek basınçlı dalga, yer yer Ege kıyılarına ölü çocuk bedenleri bırakır göç mevsimlerinde. Mülteci rüzgarı dağların denize paralel uzandığı Karadeniz bölgesinde pek hissedilmez. Doğu Anadolu Bölgesi'nde az, İç Anadolu Bölgesi ve İç Ege'de mevsimsel işçiliği etkileyecek derecede orta etki yapar. Marmara Bölgesi'nde yüksek etkilidir; kültüre, ekonomiye ve sosyal hayata etkileri açıkça görülür.

Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde zaman zaman gündüzleri kurşun sağanağı geçişleri yaşanır. Böyle günlerin akşamlarında alçaklardaki kurşun yağmurlarını yükseklerde tipi halinde bombalar izler. Sabahları çiçeklerin, otların, bitkilerin üzerinde kanlı çiğ - kırağı görülebilir bu bölgeye özgü. Yazlar sıcak ve çatışmalı, kışlar soğuk ve huzursuzdur. Komşu Doğu Anadolu Bölgesi ise bir miktar Güneydoğu Anadolu Bölgesi iklimi etkileri taşısa da daha silik ama yine de oldukça sert bir yapıya sahiptir. Her daim gök gürültülüdür, her an sağanak yağış gelebilir.

Akdeniz Bölgesi bol Ruslu ve İngilizli, yer yer Almanlı görüntüsüyle dertten tasadan uzak hissi verse  de mülteci mevsimi, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki kurşun yağmuruyla aynı zamana denk geldiğinde turizm alanında olumsuz etkiler yaşar. Bu durum ülke genelinde okulların açılmasını etkileyecek düzeye ulaşabilir. 

Marmara bölgesi'nin iklimi her zaman karışıktır. Batısı kendi halinde, doğusu dini alimde, ortası kah günde alemde kah işinde gücünde fakat trafiği her daim düğümdedir. Tutarsız hava şartlarına sahiptir fakat üzerinde korku ve endişeden bir sis hep vardır. Bu bölgenin kalbi İstanbul ise beşeri münasebetlerin fiziki coğrafyası üzerindeki etki sebebiyle damarları tıkanık, kapakçıkları çalışamaz haldedir.

Balkanlardan gelen alçak basıncın, Güneydoğu'dan gelen terör ve mülteci akınının, Ege'den gelen cansız bedenlerin bu cennet ülkede etki etmediği tek yer Ankara'dır. Yönetici kadrosu maç izlemekte, televizyonlara röportaj vermektedir. Havaların düzelmesi için ise 400 kişi gereklidir sadece.

Her şey bir yana, her toplum hak ettiğince yönetilir. İki parça gibi görünüp aslında biri diğerinin aynadaki yansıması olan iki düşman toplumun "önce intikam sonra barış" dediği bir coğrafyada, eline güç geçtiği anda herkesin dönüşeceği bir kişi tarafından yönetilen bir ülkede, hepimiz ayrı ayrı kendi siperimizde "Artık yeter!" desek ne değişir? Taraf seçmeden yaşamayı öğrenemedikten sonra, sandığa attığımız zarfta neyin damgalı olduğunun ne önemi var?

Biz neyi seçiyoruz ki?