15 Ocak 2011 Cumartesi

Çöl Tanrısı

*"Kadim kitaplarda çölün sonsuzluğa gittiği söylenir. Çölde zaman yoktur; bildiğimiz zaman,
bir ufuktan diğerine uzanan çölün ortasında, artık bilmediğimiz bir hal alır. Bazen öylece durur,
izlettirir kendisini. Bin yılı bir anda gösterir bazen. Geldiğim yerde doğduğum günden ayrıldığım
güne kadar aynı tepeleri aştım, aynı yollardan gittim, aynı ağacın dibine uzandım, aynı taşın üzerine
kanımı döktüm. Ama biliyorum ki, benim büyük büyük atalarım benim dibine oturduğum ağacı da görmedi,
benim gittiğim yolları da. Zaman bizim bildiğimiz diyarlarda böyle işlerdi...
Çöl.
Çöl zamanın ne demek olduğunu gösteriyor bize; ve ne demek olmadığını. Geceyi yanımda getirdiğim
öküz derisinden yaptığım tentenin altında geçirdim. Çöl sağolsun tentemi bana bıraktı ama, beş yüz
adım geride bıraktığım tepe artık yok. Dün önümde bana gölge eden bir dağ da yoktu.

Çöl Tanrısı

Ben senin kullarından değilim. Seni Tanrı yapanın ne olduğunu bilemeyecek kadar cahil kaldım,
hiç çöl görmedim. Anladım ki bildiğim Tanrılar kadar yüce, onlar kadar anlaşılmazmışsın.
Çöl Tanrısı
Bin gün yürüdüm, çöle geldim. Bin günde bitiremediğim azık çölde üç gün dayandı. Bulmaya geldiğimin
değip değmediğini düşünürken, varlığının her yanımı sardığını hissettim.

Çöl Tanrısı
Senden kendi tanrılarımızdan istemediğimi isterim; ister ver ister verme: Bana seslen Çöl Tanrısı."
Belindeki küçücük keseyi çıkardı. Elleri titriyordu, avuçlarının derisi tabaklanmış gibi sepsertti, gergindi.
Parmaklarının ucuyla, sanki incitmemeye çalışıyormuş gibi açtı ağzını kesenin ve içindeki cam kırığı gibi ince,
gri kumu yere döktü. Başına sardığı paçavranın alınlığını sıyırdı, yere döktüğü kumun üstüne dayadı.
"Ne yiyecek bir lokma yemeğim, ne içecek bir damla suyum kaldı. Ben seni Tanrı olarak kabul ettim,
sen de beni kulun olarak kabul et."
Alnı yanıyordu. Kumlara gömdüğü dizleri de. Biraz serinlik hissetmek için elerini iyice kumun altına gömdü
ama, aradığı o serinliği dirseklerine kadar bulamadı. Yavaş yavaş kendini kaybettiğini anlıyordu. Bir an için
soğukkanlılığını kaybetti:
"Çöl Tanrısı,
Benim seni farketmem üç gün sürdü. Sen de takdir edersin ki bir üç günüm daha yok. Zamana hükmediyorsun,
anlarsın. Alnımı şu kuma dayadığımdan beri bir üç gün daha geçti."
Çaresizdi. iki büklüm kalmış, yüzünü kumdan çekmeye takati yoktu. Yavaş yavaş çenesi yere yaklaşıyor,
dudağı ateş gibi yanan kuma değdiği an can havliyle boynunu geriye çekiyordu. Yine de çaresizliğinin gözüyle
görüp tüm benliğiyle kavradığı bir inanca dönüştüğüne kendisini inandırmaya çalışıyordu. Bir yerden sonra artık
yüzünü kumdan uzaklaştıramamaya başladı. Gözleri kapandı, yana devrildi. Karşısındaki tepeyi artık tamamen aşan
güneş, kapalı olduğu halde gözlerini kamaştırıyordu. Gözlerinden akan yaşlar çenesinin hizasına gelmeden tamamen
kuruyor, gergin derisinin üzerine basılan birer kızgın demir hissi veriyordu. Bayılmadan önce aralamaya cesaret
ettiği gözleriyle gördüğü son şey, belki iki saat uzaktaki tepenin üzerinden başının ucuna değen bir gölgeydi.
Gözlerini kapatırken de artık gölge yüzüne inmeye başlamıştı. Son gücünü ağzından kulaklarına doğru yayılan tebessüme harcadı:
"Çöl Tanrısı..."

1 yorum:

  1. Herkesin bir gölgeye ihtiyacı var..O gölge onun canını almaya gelen bir melek olsa bile..

    YanıtlaSil