her gün bir öncekini aratmayacak kadar temiz dayak yediğim dönemler.
ortalama 10 kişilik bir ekip vardı sınıfımda, her tenefüs "hadi oyun
oynayalım" ayağına, "bakalım kumuyebo'yu bugün ne kadar dövebilecez,
acaba bugün ağlatabilecek miyiz kendisini?" merakıyla dalarlardı bana ama
bilmedikleri, ağladığım zaman gözümden yaş gelmediğiydi. aslında her dayak yediğimde
ağlardım ben. 4. sınıftan sonra işler değişti, toplu eylemler yerini bireysel
şovlara bıraktı. artık tek tek dalıyorlardı bana. karşılık bile vermez, örümcek
gibi büzülüp kalırdım. babam bile halime acıyıp burnun hangi bölgesine vurduğumda
kırılacağını öğretmeye çalışmıştı bir ara. 5. sınıfın ilk günlerinde, artık
beni dövmekten bıkmıştı elemanlar ama beni dövmenin tadına hiç varmamıştı sıra
arkadaşım. "lan ben seni hiç dövmedim, ben de dövecem" dedi. "bari sen yapma"
dedim. dinlemedi. hayatımın dayağını yedim, her yerim morardı, burnum kanadı
falan. sonraki teneffüs beraber kantine gittik, ben yine simit falan ısmarladım
buna. ama içim kinle dolmuştu. ertesi gün okula geldim, öğretmen sınıfa
gelmeden sıra arkadaşıma "gel bak sana
tahtada bişey göstercem" dedim. o tahtanın önünde dikildiği anda evdeki
sobanın yanından çantama zulaladığım iki adet ince odunla üzerine çullandım.
her tarafına vurdum, bir yandan haykırıp bir yandan da iki göz iki çeşme ağladım.
kumuyebo