30 Aralık 2023 Cumartesi

Kavm-i Necip'in Namünasip Halleri

Hayatımızda biraz mizah olsun, hayata karşı istihza içerisinde olalım, sarkazmı tuz gibi her günümüze serpelim diyoruz ama dünya izin verse ülke izin vermiyor. Ülkenin Harlem Shake'i andıran gündemi bir zamanlar katlanılabilir geliyordu ama o günlerin komedisi bugün trajediye dönüştü. Evet, alay ve mizah muktedirin zulmüne karşı ilaç olmuştur tarih boyunca ama hiçbir zalim de kahkahaya yenilmemiştir.

Ülkenin ekonomik olsun siyasi olsun bütün yükünü omuzlayan maaşlı çalışan kitle parçalara ayrılıp kah meydanlarda dövülür kah itibarı yerlerde süründürülürken her bir parçası bir diğerinin rezil rüsva edilişini görüp duymamak için evinin en ücra köşesine çekilip camı pencereyi kapatmıştı. Hepsi kendi köşelerinde ezilirken isyanlarını cumartesi günleri parası yeten Nişantaşı'nda yetmeyen Zeytinburnu'nda, Mahmutpaşa'da alışveriş yapıp akşamları da İstiklal caddesinin farklı kastlara bölünmüş ara sokaklarında meşreplerine göre piyizlenirken dile getiriyorlardı. Herkesin meşrebine göre dolarmış kırbası; kimininki rakıyla kimininki çayla ama ne espriler, ne şamatalar, ne şakalar dönüyordu ha! Kuvvetle yıkamadıkları zalimler duysa gülmekten yıkılırlardı, self servis.

Arayı çooook hızlı geçiyorum. Her gün bir önceki gün "yok canım artık o kadar da olmaz" denen şey oldu. Deneydeki meşhur kurbağa biz olduk iyi mi? Koydular bizi soğuk suya, ısıttıkça ısıttılar; fokur fokur kaynıyor ama biz hala "Biraz sıcak mı oldu ya?" diyoruz. Toplumsal hafıza olarak Alzheimer hastası bir ülkeyiz zaten, buna bir de konjenital ağrıya duyarsızlık sendromu eklemenizi rica ediyorum.

Bu konuya çok farklı bir yerden geldim, bardağımı taşıran damla çok alakasız bir yerden damladı: 29 Aralık 2023 Türkiye Süper Kupası Finali. Adı Cumhurbaşkanlığı Kupası iken, diğer ülkelerdeki örneklerine benzesin diye Süper Kupa yapılan ödüllü müsabakanın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yılında yapılacak olanı. Biliyor musun kim bilir tarihin hangi noktasında bu bloga yolu düşen sen sevgili okuyan kişi; bu maç, neticesindeki ödülü kazanana ülkenin bürokrasisinin en üst mertebesindeki kişisinin teslim etmesi gereken, aslında bir bakıma bağımsızlık ve egemenliğin kutlaması adına düzenlenen bu karşılaşma, Suudi Arabistan'da oynanacaktı. Evet evet, Suudi Arabistan'da. 100 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna giden yolda, Türklüğe dair her şeyin mahvına ve mefkudiyetine çabalayan kavimlerden birinin başkentinde. 

Peki neden? 

Muktedirler öyle istedi de ondan.

Peki neden bu kadar tepki veriyorum? Biraz ırkçılık mı yapıyorum acaba?

Sanırım biraz öyle yapıyorum.

Mesela Suudi Arabistan'ın resmi görevlilerinin Türkiye sınırları içerisinde bir kişiye pusu kurup alıkoymasına, işkence edip öldürmesine ve ardından cesedini bilmem kaça ayırıp bazı parçalarını dünyanın farklı bölgelerine götürmesine fazla içerlemiş olabilirim.

Türk emniyetinin 2 Ekim 2018 tarihinde Cemal Kaşıkçı isimli Suudi Arabistan Hükümetine muhalif şahsa karşı işlenen bu cinayeti soruşturmaya aldığı için Suudi Arabistan'ın Türk ürünlerini boykot etmesini ve bu boykotun 4 yıl sürmesini de biraz fazla kafaya takıyorum galiba.

Öte yandan kendi krallarının ölümler ihariç tarihte hiçbir olay için milli yas ilan etmemiş Suudi Arabistan'ın kralı öldü diye Türkiye'de milli yas ilan edilip Türk bayraklarının yarıya inmesi Suudilerin suçu değil ama ne yapayım, ırkçıyım galiba.


Son olarak aslında Cumhurbaşkanlığı kupası olan ama diğer ülkelerdeki örneklerine bakarak ismi Süper Kupa'ya çevirilen, hiyerarşik olarak Türkiye'nin en büyük kupası olan bir ödülün maçının Suudi Arabistan'da oynatılması, ama aslında adına oynana Cumhurbaşkanlığı mertebesinin ilk sahibi olan Mustafa Kemal Atatürk'ün resimlerinin stada sokulmaması ve hatta futbolcuların bu resimleri sahaya sokmaması için polislerin soyunma odalarına girip nöbet tutması falan bunlar ufak tefek şeyler. Ben abartıyorum.

Cumhurbaşkanından ordu komutanına, dini liderlerinden iş adamlarına; egemenliği bu kadar ayak altına serilen ve tüm bu saydığım merciler tarafından desteklenen bir başka ülkenin dünya tarihinde olmadığını ben teyit ediyorum. Tarihin hiçbir döneminde buna benzer bir selfdekültürizasyon yaşanmamış, bu ilk ve tek (bkz: deculturization [wikipedi]). Buna karşılık Türkiye'de bu tarihi
deney/proje ortaya konurken bu deneyin deneği durumunda olan halkın yarısı dekültürizasyonu coşkuyla karşılarken diğer yarısı ise lanet olsun deyip hayatına devam ediyor. Bu o kadar büyük bir aymazlık ve vurdumduymazlık ki, tarihte egemenlini bilerek yitiren ilk millet olmakla kalmayıp, Türkler olarak bağımsız bir devleti olmayan en büyük etnisite olarak tarihe geçeceğiz. On yıllardır konuşulan, tüm diğer örneklerinde olduğu gibi goygoyu yapılan "İran olur muyuz" sorusu artık anlamını yitiriyor; Nietzsche yaşasa böğrünü yumruklaya yumruklaya ağlayarak karşılayacağı o "Biz bir hiç mi oluyoruz?" sorusudur artık sorulması gereken. Niyeyse "Şeriat" kadar korkutmayan "vatansızlık" kavramı birkaç yıla kalmadan sık rastlanan sözcüklerden biri olarak karşımıza çıkacak. Bu süreçte çoğunluğun aksine bağımsızlık dışında bir seçeneğe inanmayan, vakar sahibi, ekmeğini çalışmak dışında bir yolla kazanmayı aklına getirmeyen, hak yemeye meyletmeyen insanları bir yol ayrımı bekliyor; ya bu amansız ADHD'den kurtulup elini taşın altına koyarak mental bir kurtuluş mücadelesi başlatılacak ya da "egemen halklar ligi"nden düşeceğini kabul edip, gelecek nesilleri tekrar birinci lige çıkma sınavını başarıyla verebilecek bireyler olarak yetiştirmek için emek ve beyin göçü seçeneklerine bakılacak. En kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğunu unutmadan bunu başarmak ise bu toplumun genlerinde maalesef yok.

Tüm bu sinirlerimi elektrik hattına bağlamış gibi fırlatan olay ise, tüm bu Süper Kupa rezaletinin resmi merci olan Türkiye Futbol Federasyonu'nun başkanının bir müstemleke valisi gibi iki takımı suçlayan açıklamalar yapması. Şu anda üzerinde Atatürk silüeti bulunan Fenerbahçe taraftarlarının stada alınmamasının üzerinden 8, maçın iptal oluşunun üzerinden ise 4 saat geçmiş durumda ama ne spor bakanından, ne dışişleri bakanından ne de cumhurbaşkanından açıklama var ve buna karşılık bir ülkenin onurunun köşeye kıstırıldığı bu bataklıktan çıkmasını sağlayan şey tüm bu yetkililerin yokluğunda iki futbol kulübünün başkanları.

Biz bu ülke için fazla umutluyuz.

11 Mart 2023 Cumartesi

Mağdure Hanım ve Mahdumları


Efendim gün geçmiyor ki Türkiye'de bir kesim mağdur olmasın. Tek tek oturup örneklerini saymaya gerek yok, çok ünlü bir yolsuzluk davasını, yolsuzluğu yaptığı halde yanına kar kalanlar "Bizim günah işleme özgürlüğümüzü nasıl elimizden alırsınız" diyerek dört başı mamur bir mağduriyete dönüştürmüştü. Şimdi yeni bir mağduriyet var; ehliyetine el konanlar. Şaşırtıcı mı? Tabii ki hayır. Hatta geç bile kalınmış; katile tecavüzcüye birkaç yılda bir af çıkarıldığı, terör örgütü yöneticilerinin televizyonlarda programlara çıktığı bir ülkede gerçekten mağdur sayılabilirler.

Şu bir gerçek ki her zaman devletin paraya ve hükümetin oya ihtiyacı vardır. Şu da ayrı bir Türkiye gerçeğidir ki devlet parayı üst gelir grubu haricindeki kesimlere kestiği vergi ve cezalarla elde ederken hükümet de bu cezaların bir kısmını almayarak veya topladığı paraların cebe indirilen kısmı haricindekileri farklı kesimlere dağıtarak oy kaynağını besler. Bu kez farklı olan, halk
ın arsız bir çocuk gibi artık bunu dillendirecek seviyeye gelmiş olması. Malum, ağlamayana meme yok.

Mağdurlarımız mağdur oldukları kadar mağrur aynı zamanda. İçlerinden bazılarını affedilemez olarak belirlemişler ve demişler ki "bunları affetmeseniz de olur". Belki de o haltları yiyenler odanın bir köşesine çöküp kendi dizlerine sarılıp öne arkaya gidip gelerek ağlarken "Biz affedilmeyi haketmiyoruz, Allah bizim belamızı versin" diyerek bu kararı vermişlerdir. Bu arkadaşlar "ölümlü
kazaya sebebiyet verenler":

"Bir defaya mahsus olmak üzere ölümlü kazaya sebebiyet vermemiş şoförler için af çıkarılmasını talep ediliyor". (TGRT ve Cem Küçük'e tebrikler, imlaları oldukça düzelmiş. Ne demek istedikleri hakkında bir fikrimiz oluşabiliyor en azından).

"Alkollü araç kullanma sebebiyle el konulan ehliyetlere af gelip gelmeyeceği konusunda net bir bilgi bulunmuyor." (Yani bu konudaki kararlarını Twitter ve TikTok'taki tepkilere göre verecekler).

  • "Ehliyete El Konulan Durumlar:
  • Alkollü araç kullanmak
  • Ehliyetin geçerlilik süresinin dolması
  • Hız sınırının aşılması
  • Ölüme sebebiyet veren kazaya karışmış olmak
  • 100 ceza puanına ulaşmak
  • Uyuşturucu kullanmış olmak
  • Stajyer sürücü olarak kural ihlali yapmak
  • Sağlık durumunun bozulması"


Evet efendim, şimdi tüm bunlar içinde ölümlü kazaya karışanları Allah kahretsin diyoruz, alkollü araç kullananları da pazarlığa konu ediyoruz. Mesela, hız sınırını %10 aşıp bir yayaya (şaşaşa) çarparak öldüren bir kişi için tabii ki iyi konuşacak halimiz yok lakin hız sınırını iki kat aşıp, çarptığı yayayı (şaşaşı) sadece yatağa mahkum eden birini de bir katille bir tutmayalım değil mi? uyuşturucu konusunu da tartışma gereği görmüyorum; uyuşturucuyla alkol bir mi? Hem o uyuşturucu değil pudra şekeri de olabilir...


İnsanımızın modern hayatın nimetlerinden faydalanırken bu nimetlerden faydalanmak için uyması gereken kuralların etrafından dönmek istemesi aslında bu kadar uzun tanıma gerek duymayan ve "şark kurnazlığı" kelimesiyle vücut bulan bir olgu. İşte tüm bu arkadaşlar için aslında şu sorunun kafalarda o "ampul"ü yakacağını ve tüm tartışmalara nokta koyacak "o" tartışmayı başlatacağını düşünüyorum: Ehliyete ne gerek var ki?

Sıhhatler olsun.

17 Aralık 2021 Cuma

Efervesan Bir Para Birimi Olarak Türk Lirası

Mesainin bittiği şu anda asgari ücret 254$. Dün öğlen saatinde açıklanan ve cebinize 1 ay sonra girecek maaşınızdan 18$ daha eridi.


Bir kez daha tarihe not düşmek, günün birinde tekrar bakıp "Lan ne saçma sapan şeyler yaşamışız" diyerek geçmişi yad etmek için buradayım. Malumunuz, yaklaşık 40 yıl önce kefenini giyerek bu yola çıktığını defalarca belirten Sayın Cumhurbaşkanımız zaman içerisinde edindiği tecrübeler ve başarıların da verdiği cesaret ile adeta makineli tüfeğinin mermi şeridini koluna dolayarak düşmanlarının üzerine ölüm kusan bir Rambo gibi savaşıyor ABD, İsrail, PKK, şer odakları, dış mihraklar, Cehape zihniyeti, doğum kontrolü, ücretsiz otoyol, kâr eden kamu iktisadi teşekkülleri, nitelikli eğitim, basın özgürlüğü, kadın hakları, sınır güvenliği, tarımda sıfır dışa bağımlılık gibi ülkemizi bölmeye ant içmiş kavramlara karşı.

Farklı farklı pek çok cephelerdeki başarılarına karşın diz çöktürmekte zorlandığı bir büyük düşman var: Faiz lobisi. Ekonomi tarihine yön veren şahsiyetlerden Adam Smith'in en temel savı olan, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde tarih boyunca isabeti gözlemlenen "Faiz sebep, enflasyon sonuçtur" söylemini ekonomimize uygulasa da haşmetli, heybetli, aslan yürekli Cumhurbaşkanımız'ın canhıraş çabalarını inatla baltalayan Merkez Bankası'nın başına atanan her candan dost iki günde amansız bir düşmana dönüşüyor ve çabaları boşa çıkarıyor; en güvendiği insanları hatta damadını ekonominin başına getirse bile kar etmiyor, etkinliğini ancak 90'lı yıllarda gazetelerin verdiği Ranbo bıçağı seviyesine indiriyor. Damat da olsa sonuçta eloğlu, güven olmaz tabi. Neyse; tüm bunlar ışığında iki cihan serveri, kainatın efendisi Sayın Cumhurbaşkanımız'ın faiz lobisine karşı verdiği savaşta ilk büyük zaferi olan asgari ücret zammına değinmek istiyorum.

Cumhurbaşkanımız Erdoğan, milyonlara tırnak yedirip volta attıran bir gerilimden sonra asgari ücreti 4250TL olarak ilan ettiğinde USD olarak 272,96$ ediyordu (16 Aralık 2021 - 15:35, 1$=15,5719TL). Akşam yastığa başınızı koyup "Ya biz bu maaşlarla nasıl geçineceğiz" diye düşünmeye başladığınızda ise 2$'ınız, yani 31,75TL'niz, başka bir deyişle maaşınızın %0,75'i, daha net bir örnekle 12,5 ekmek avuçlarınızdan kayıp gitmişti, tabii hala 2,5TL'ye ekmek bulabiliyorsanız (17 Aralık 2021 - 00:00, 1$= 15,6875TL). Aradan geçen 12 saatte ise kaybınız 13,89$, yani 227,9TL, yani maaşınızın %5'inden fazlası, tam 91 ekmek. Tabii ki bu absürt, anlamsız bir karşılaştırma; sonuçta maaşınızı dolarla almıyorsunuz fakat eğer dün saat tam 15:35'te 4250TL'niz ile dolar alıp bugün saat 12:20'de bozdursaydınız elinizde 4480TL, yani 230TL fazladan para olacaktı. İşte 24 saatten kısa sürede bu kadar fakirleştiniz, işte bir gün bile dolmadan Türk parası bu kadar değersizleşti. Ve eğer paranızın suya atılan bir efervesan tablet gibi eriyip gitmesine razı olamadıysanız, çoluğunuzun çocuğunuzun boğazından birkaç lokma daha fazla geçmesini istediyseniz, 91 tane ekmek alabilecek parayı sokağa atmaya yüreğiniz el vermediyse; Sayın Cumhurbaşkanımız'ın partisi AKP'nin Sayın Başkanvekili, Sayın Numan Kurtulmuş'un son derece isabetli tespitinde belirttiği gibi siz, ahlaksız birisiniz.

Asgari ücrete gelen bu tarihte görülmemiş zam Sayın Bahçeli'nin yüreğine su serpse de maalesef bazı acı gerçeklerden bahsetmek gerekiyor; sanki acı olmayan bir gerçeğimiz varmış gibi. Dün 272,96$'a karşılık gelen 4250TL olarak açıklanan asgari ücret bundan tam 1 ay önce de 272,96$ ediyordu fakat arada bir fark var; asgari ücret o zaman 2850TL'ydi (17 Kasım 2021 - 00:00, 1$=10,34TL). Yani ülke tarihimizde görülmemiş oranda yapılan bu zam bizi ancak 1 ay önceki refahımıza yeniden kavuşturabildi. Başka bir şekilde anlatacak olursam; tam da bir ahlaksız gibi 17 Kasım'da elinize geçen maaşın tamamıyla dolar alıp dün bozdurmuş olsaydınız zaten bu muhteşem zammı kendi kendinize yapmış olacaktınız. Kısacası siz siz olun, dolar alıp satarak kar elde etmekte Sayın Devlet Bahçeli gibi olun.(kaynak)

Sonuç olarak, görülmemiş maaş zamlarının 1 ayı ancak kurtarabildiği bu dönemi 1994 ve 2002 krizleriyle karşılaştırdığımızda ne kadar boş bir işle uğraştığımızı anlıyoruz; çünkü şu anda Cumhuriyet tarihinin en büyük kriziyle karşı karşıyayız ve "Eski Türkiye"nin aksine bu kriz beceriksizlik ve işbilmezlik ile değil; sebebini hepimizin bildiği ama dile getiremediği bir kötülük ile ortaya çıktı ve devam ediyor. Ocak 2021'de 386$ eden asgari ücretin Ocak 2022'de %50 zamla 272$'a yükselmesi, tesadüfen veya kazara elde edilmiş bir sonuç olamaz çünkü.

Mesainin bittiği şu anda asgari ücret 254$. Dün öğlen saatinde açıklanan ve cebinize 1 ay sonra girecek maaşınızdan 18$ daha eridi. (17 Aralık 2021 - 17:00, 1$=16,72TL) Tüm bunlarla birlikte Borsa İstanbul küçük yatırımcı için oldu Forsa İstanbul; aynı günde 2 kez devre kesti, dibin dibini gördü, manipülasyonla spekülasyonla itin köpeğin elinde oyuncak olan borsamızın amiral gemileri tam da cuma günü cızlamı çekti. Zenginler daha zengin oldu, küçük yatırımcının hayalleri kodamanların cebine doldu. Bu vesileyle önümüzdeki salı günkü dolar kuru da daha şimdiden tırnak yedirtmeye başladı; belli ki dolar 20'li yaşlarını hızlı yaşayacak.

Buraya kadar okuyanların cebindeki paranın durup dururken yok olmadığı günler dilerim.

10 Aralık 2021 Cuma

Takımlarımızın Avrupa Karnesi

Haydi Türk takımlarının son 10 yıldaki performanslarına üstünkörü bir bakış atalım. 


Neden mi? 

Çünkü paşa gönlüm öyle istiyor.

UEFA'nın sitesine girip kulüp puanlarına baktığımızda standart veri 5 yıllık olarak sunuluyor, ona da bakacağız ama önce bu yılın puanlarından başlayalım:


2021/2022

Bu yıl UEFA organizasyonlarında en çok puan toplayan takımlara baktığımızda ilk üç sırada 21 bin puanlı üç takım var: Bayern Münih, Liverpool ve Ajax. Yani üçü de birinci. Galatasaray şu ana dek topladığı 10 bin puanla 20. sırada; farklı bir şekilde söyleyecek olursak, kendisi gibi 10 bin puan toplayan AS Monaco, Eintracht Frankfurt, Bayer 04 Lev
erkusen, AZ Alkmaar, F.C. Copenhagen, Feyenoord, Borussia Dortmund, West Ham United FC ve FC Basel 1893 ile birlikte 19. sırayı paylaşıyor. Dilediğiniz gibi değerlendirin; Galatasaray Avrupa'da 19. da diyebilirsiniz, 28. de diyebilirsiniz.

Galatasaray'ın ardından gelen Türk takımı Fenerbahçe. 5000 puan toplayarak kendisiyle aynı puanı toplayan FC Dynamo Kyiv, Anorthosis Famagusta FC, FK Jablonec, Malmö FF, Tottenham Hotspur, AC Sparta Praha, FC Zorya Luhansk ve 1. FC Union Berlin ile birlikte 68. sırayı paylaşıyor (yine siz bilirsiniz, 76 da olabilir).


Sıradaki takım Beşiktaş. UEFA sıralamasında 4000 puanıyla KRC Genk, SK Rapid Wien, HJK Helsinki, Omonoia FC, Legia Warszawa, Royal Antwerp FC ve FC Flora Tallinn ile birlikte 77. ve 84. sıra arasında bir yerde.

Bu sezon ön elemelerde elenen Trabzonspor ve Sivasspor, kendileriyle birlikte bir sürü takımla beraber 2500 puanla 87. ve 108. sıralar arasında bir yerdeler.

Fenerbahçe grupta 6 maç yapmış, puanlar da almış ama verdikleri puan maç kazanamayan Beşiktaş'ınkinden 1000 fazla sadece. Eğer Fenerbahçe'yi aynı puandaki takımların en altında, Beşiktaş'ı da aynı puandaki takımların en üstünde gibi düşünürseniz 76. ve 77. sırada alt alta yer almış oluyorlar. Saçmalık.

Beşiktaş'ın kazandığı 4000 puan, Şampiyonlar Ligi gruplarına direkt katılım sağladığı için mi verilmiş, yoksa 3 kupadan birine direkt katılan her takıma mı 4000 puan veriliyor, onu anlamadım.

UEFA Avrupa Ligi ve Konferans Ligi elemelerine katılıma 2500 puan verilmiş. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynadığı için 2500 puan aldı mı? Fenerbahçe grup katılımı için kaç puan aldı? Bunları bu sayfada göremiyorum.

Fenerbahçe ve Galatasaray'ın ön elemelerde kazandığı ve kaybettiği maçlar puanlama dışı bırakılmış. Yaptıkları maç sayısı 6 olarak görünüyor.

Puanlamada belirtilen ülke federasyonu katsayısı (Türkiye için 1140), kulüplerin yukarıda bahsettiğim puanlarının içinde mi yoksa ayrıca mı ekleniyor, bilemiyorum.


2017/2022

Son 5 yıllık süreçte, an itibariyle ilk üç sıra Bayern Münih (133 bin), Manchester City FC (124 bin) ve Liverpool (122 bin) şeklinde.

Bu süreçte en çok puan toplayan Türk takımı Beşiktaş (33 bin), 47. sırada yer alıyor.
    17/18: 19 bin - 18/19: 5 bin - 19/20: 3 bin - 20/21: 2 bin - 21/22: 4 bin


Beşiktaş'ın ardından gelen Galatasaray (27 bin), 54. sırada yer alıyor.
    17/18: 500 - 18/19: 8 bin - 19/20: 6 bin - 20/21: 2500 - 21/22: 10 bin


Bir sonraki Türk takımı olan İstanbul Başakşehir FK (25 bin), 61. sırada yer alıyor.
    17/18: 6 bin - 18/19: 2 bin - 19/20: 11 bin - 20/21: 6 bin - 21/22: 0


Fenerbahçe (14,500), 99. sırada yer alıyor.
    17/18: 1500 - 18/19: 8 bin - 19/20: 0 - 20/21: 0 - 21/22: 5 bin


Sivasspor (6500), 178. sırada yer alıyor.
    17/18: 0 - 18/19: 0 - 19/20: 0 - 20/21: 4 bin - 21/22: 2500


Trabzonspor (5500), 213. sırada yer alıyor.
    17/18: 0 - 18/19: 0 - 19/20: 3 bin - 20/21: 0 - 21/22: 2500

Listede, 1'er sezonluk performanslarıyla Alanyaspor, Yeni Malatya, Akhisar Belediyespor ve Konyaspor'a da rastlıyoruz.

17/18 sezonunda Beşiktaş hayvan gibi puan toplamış. Bu sezonda Avrupa'da en çok puan kazanan 17. takım olmuş.

18/19 sezonunda en çok puanı Galatasaray ve Fenerbahçe kazandırmış. Avrupa'nın en çok puan kazanan 41. takımı olmuşlar Olympiacos FC ve FC BATE Borisov ile birlikte.

19/20 sezonunun ülke açısından yıldızı Başakşehir olmuş. Avrupa'da 29. olmuşlar.

20/21 sezonu rezalet geçmiş. Yine en çok puan Başakşehir'den gelmiş. Avrupa'da 53. sırada yer almışlar.


2011/2021

Bu 10 yıllık süreçte sıralama şu şekilde:

1: Real Madrid (372 bin)

2: Bayern Münih (324 bin)

3: Barcelona (301 bin)

...

37: Beşiktaş (77 bin)

44: Galatasaray (70 bin)

57: Fenerbahçe (53,500)

103: Trabzonspor (32,500)

123: İstanbul Başakşehir FK (27,500)

Beşiktaş, 2016/2017 sezonunda 20 bin (UEFA Kupası çeyrek final) ve 2017/2018 sezonunda 19 bin puan (Şampiyonlar Ligi son 16) toplayarak muazzam bir ülke puanı katkısı yapmış. Bu süreçte sadece 1 kez Avrupa kupalarına katılamamış. 2013/2014 sezonunda ise puan katkısı 0 olarak gözüküyor (kupadan men). Galatasaray (Şampiyonlar Ligi çeyrek final) ve Fenerbahçe'nin (UEFA Kupası yarı final) 2012/2013 sezonunda topladığı 22 biner puan son 10 yılın rekoru. Bu süreçte Galatasaray, Avrupa kupalarına 2 kez katılamamış ve bir kez de ancak 500 puanlık katkı sağlayabilmiş. Fenerbahçe ise aynı dönemde 4 kez Avrupa kupalarına katılamamış ve bir kez de 0 katkı yapmış (kupadan men).


Sonuç:

  • İstatistiklere göre son 10 yılın Avrupa fatihi, burun farkıyla (%10) Beşiktaş olmuş.
  • "Ülke puanımızı rezil etti, Avrupa'da bilmem kaç maç kazanamadı" denilen Galatasaray, hem on yıllık hem de 5 yıllık istatistikte Beşiktaş'ın ardından ülkeye en çok puan kazandıran takım olmuş.
  • 2011-2021 arasında "ülke puanına katkı sağladığı sezon başına en çok puan getiren kulüp" Fenerbahçe olmuş (bkz: Fenerbahçe kırmak üzereyken tanımlanan rekorlar). 10 sezonun 5 tanesinde puan getirebilen Fenerbahçe, toplamda 53,500 puanlık katkı yaparak 10,700 puanlık bir ortalama tutturmuş.

    1. Fenerbahçe: 10,700
    2. Beşiktaş: 9,625
    3. Galatasaray: 8,750
    4. Trabzonspor: 5,416
    5. İstanbul Başakşehir FK: 4,583


  • UEFA'nın 2020/2021 sezonu başında hazırladığı istatistiğe göre Şampiyonlar Ligi ve Şampiyon Kulüpler Kupası tarihinin en başarılı kulüpleri Real Madrid (623 puan), Bayern Münih (511 puan) ve Barcelona (465 puan). En başarılı Türk kulübü ise topladığı 157 puanla 25. sırada bulunan Galatasaray. Fenerbahçe 84 puanla 50., Beşiktaş 73 puanla 60., Trabzonspor 27 puanla 118. ve Başakşehir 6 puanla 279. sırada yer alıyor. En çok forma giyen Türk futbolcu 74 maç ile Bülent Korkmaz, en golcü oyuncu ise 22 gol ile Hakan Şükür.

O kadar emek verdim. Umarım biriniz görürsünüz amk. 

Hayırlı işler.





25 Kasım 2021 Perşembe

Şahlanan Bir Ekonomi Hakkında Bilinmesi Gerekenler

Ekonomimiz şahlandıkça aklıma önceki şahlanış dönemi geliyor istemsiz bir şekilde. Babaannemin koluna girip Ziraat Bankası'na gidişimiz, elimizde banka cüzdanı ve nüfus kâğıdıyla akşama kadar sıra bekledikten sonra veznedeki memurun 3 aylık maaş ile birlikte bana bir Başak Çocuk dergisi uzatması, dönüşte önce kuruyemişçiye gidip yarım kilo antep fıstığı, sonra da döviz bürosuna uğrayıp kalan tüm parayla Dolar veya Mark almamız. Babaannemin eve geldikten sonra bana antep fıstıklarının kapalı olanlarını ayırttırıp açık olanları tek tek saydırdıktan sonra ev ahalisine eşit sayıda paylaştırtması. Market alışverişi yapacağımız zaman bir miktar Dolar bozdurmamız, eğer çok para artarsa tekrar gidip Dolar almamız falan... Ekonomimizin şahlandığı bu günlerle karşılaştırınca düşünüyorum da o zaman ekonomiyi yerden yere vuruyorduk, meğer o zaman da bildiğin şahlanıyormuşuz yav. Tabii ki bugünlerdeki kadar kusursuz bir şahlanış yoktu; o zaman marketten 2 kilo şeker 10 litre yağ almamız yasak değildi.

Günün 10 saatini Yasin okuyarak geçiren hacı babaanneme Antep fıstıksal marksizmi keşfettiren düzen, vergi iadesi zarfını annemin mi yoksa babamın mı dolduracağını
belirleyen Doğu Perinçek - Ertuğrul Kürkçü - Bülent Uluer kavgasını aratmayacak tartışmaların fonunda sosyal devlet rüzgârlarını evimizde estiriyordu. Vergi iadesi zarfı doldurarak elde ettiğimiz gelirin en az iki katını göz doktoru masrafı olarak ödesek de bu aslında insanların ekonominin kayıt dışılığının önüne geçen minik ama önemli bir unsurdu, farkındaydık. Her kuruş önemliydi o zamanlar; yıllık enflasyon ortalama %70 olsa da.

Geyiği bir yana bırakacak olursak, "Telefonunu çıkar" dayılarından daha fazla hatırlıyoruz 20 yıl öncesini. Sankisiz, acabasız şekilde ülke tarihinin en kötü ekonomik dönemini yaşıyoruz. Bu kez derdimiz yapısal reformların bilinmeyişi, tecrübesizlik, beceriksizlik de değil; bildiğin kötü yönetim: Bilerek ve isteyerek. Peki, niçin bu kadar kaybediyoruz? Ekonomik krizin acısını niçin eski Türkiye’dekinden daha ağır hissediyoruz? Niçin insanlar canına kıyıyor, niçin yarın bizi ne kadar daha kötü bir gidişatın beklediğini kestiremiyoruz, niçin alışveriş listemize bile karışılıyor? 

Tabii ki bu yazıyı bu konu üzerine yazacak kadar cüretkâr bir ekonomi uzmanı değilim. Her
şeyin de ahkâmını kesemem yani, o iş de bir yere kadar. Burada dokunmak istediğim nokta şu; maalesef bu dünyaya gelen herkes eğer bir kralın, bir holding sahibinin veya bir Türk siyasetçinin çocuğu değilse ekonomik döngünün içerisinde yer almak, ekonomik anlamda artı değer üretmek zorunda. İnsanların mecburiyetleri ve sorumlulukları ile ilgili kafaları çok karışık fakat aslında durum çok net: Nasıl ki bizi yönetenleri seçmek için siyaset hakkında kendimize ait bilgi edinme zorunluluğumuz varsa, nasıl ki öbür dünyada deniz manzaralı huri dolu bir villamız olması isteğimiz bu uğurda yapılacaklardan tamamen bizi sorumlu tutuyorsa; malımızı veya hizmetimizi ancak parayla değiş tokuş edebildiğimiz bu düzende de ekonomi hakkında birinci elden bilgi sahibi olmak zorundayız. Sonuçta her siyasetçi "Beni siz seçtiniz", her hoca "Allah oku demiş, kendin okusaydın mübarek" diyeceği gibi, fikrini aldığınız her ekonomi uzmanı da "Yatırım tavsiyesi değildi" diyecek gün bittiğinde. 30 küsur yıllık hayatımda ekonomi hakkında öğrendiğim doğruları paylaşamam çünkü çok fazla yok bu doğrulardan fakat yanlışlara dikkat çekebilirim diye düşündüm. Mümkün olduğunca ilkokul seviyesine inerek bu yanlışlara bir bakalım:

Dolar yükseliyor

Ben kendimi bildim bileli döviz yükseliyor. 90'ların herhangi bir gününün herhangi bir gazetesinin ekonomi sayfasını açsanız bu haber başlığını görürsünüz. İşin gerçeği ise, aslında Dolar hiç yükselmedi; en azından bizim için. Türk Lirasının değeri düşüyor. Eğer öyle olmasaydı sadece Dolar yükselir, Türk Lirası diğer para birimlerinin önemli kısmına karşı değer kazanırdı.

Ülkemizde tükettiğimiz pek çok şeyi yurt dışından alıyor, yani ithal ediyoruz. Eğer anlamsız bir şekilde sürekli alıp sattığımız otomobilden örnek verecek olursak, Almanya'dan
otomobil ithal ediyoruz ve bunun karşılığında para ödememiz gerekiyor. Almana Türk Lirası uzattığınızda elinizdeki paraya bakıyor ve "Bu ne amk?" diyor. "Türk Lirasını n'apiyim amk Türk müyüm ben? Bana Euro ver Dolar ver." diyor. Mecburen elinizdeki Türk Lirasını dövize çevirip adamın parasını döviz olarak ödüyorsunuz. Böylece ülkedeki dövizi Alman'a verip arabayı iç piyasaya Türk Lirası ile sattığınız için piyasadaki döviz azalıyor. E biz sadece araba ithal etmiyoruz; bunun cep telefonu var, petrolü var, enerjisi var. Bunların her birini dövizle aldığımız için sürekli ülkeden döviz çıkıyor ve piyasadaki TL miktarı fazlalaşıyor. Döviz azaldıkça değeri artıyor çünkü sürekli bir şeyler ithal ettiğimiz için bugün olmasa yarın, yarın olmasa bir sonraki gün yine dövize ihtiyacımız var. Buna karşılık piyasada TL miktarı arttıkça artık TL'ye ulaşmak kolaylaşıyor ve değeri düşüyor. Bunun önüne geçmek için ise ya ithalatı azaltmamız ya da ülkemizde ürettiğimiz ve üretim sürecindeki maliyetlerinin çoğunluğunun TL cinsinden olduğu ürünleri yurtdışına satıp karşılığında döviz almamız, yani ihracat yapmamız gerekiyor. Maalesef ki yabancı ülkelerden aldıklarımız yabancı ülkelere sattıklarımızdan çok daha fazla, temel tüketim ürünlerimizin bile çoğu yabancı kaynaklı. Cari açıktan, ithalata dayalı üretimden, dış ve iç borçlanmadan falan bahsetmeden olayın özeti bu.

Faizle para kazanıyorum

"X bankası yıllık %15 faiz veriyor. Ben de paramı X bankasında faize koyuyorum ve 100binTL ile yılda 15binTL kazanıyorum."

NAH kazanıyorsun. Ülkede yıllık enflasyon %19. Yani yersen; aslında çok basit hesaplarla %35'in üzerinde olduğunu görebiliyoruz ama hadi %19 diyelim. Enflasyonun yıllık %19 olması demek, bu yıl 100bin lira olan bir ürünün gelecek yıl aynı dönemde 119binTL olması demek. Fakat enflasyonu %19 olup bankası %15 faiz veren ülkede 1 yıl sonra senin 115binTL paran oluyor ve bir yıl önce elindeki parayla alabildiğin ürünü 1 yıl sonra alamıyorsun. Peki, gerçekte ne oluyor? Bankaya koyup %15 faiz getirisi beklediğin 100binTL bir yıl sonra 115binTL oluyor fakat ne hikmetse enflasyonun %19 açıklandığı ülkede o ürünün fiyatı 140binTL olmuş. Çünkü ülkemizde enflasyon sadece pinpon topu veya dikiş iğnesi alıyorsanız %19. Eğer kimsenin almadığı araba, elektrik, doğalgaz veya benzin gibi gereksiz şeylere meraklıysanız evet, o zaman enflasyon biraz daha yüksek olabiliyor.

Maaşını dolarla mı alıyorsun?

Bu sorunun kısa cevabı "Hayır". Uzun cevabı ise "Tabii ki hayır". Problem de tam olarak bu zaten. Ekmeğin unundan etini yediğimiz koyunun yemine kadar ithal ediyoruz; bu durum bizi "Dolar yükseliyor" başlığına götürüyor. Tüm bunları dövizle aldığımız için piyasada döviz azalıp döviz almak isteyen kişi sayısı değişmediğinden ya da arttığından değeri yükseliyor, Türk Lirası artıp değeri düşüyor.

Daha uzunca anlatmak gerekirse eti elde etmek için hayvana verilen yem, yapılan aşı, hayvanı kestikten sonra nakliyesinin yapıldığı kamyon ve kamyona koyulan benzin ithal. Satıcı bunu 100TL maliyetle üretip 110TL'ye satıyor diyelim. Senin işten çıkıp eve gitmeden önce uğradığın markette de tüm aradaki nakliye, ambalaj falan fıstık masraflarıyla birlikte 150TL olsun raftaki fiyat. Olmayacak bir iş oldu ve 6 ayda dolar %100 artıp fiyatı ikiye katlandı diyelim. Olmayacak iş! Olsun, fikir yürütüyoruz. Üreticinin 100TL'lik maliyeti oldu 200TL. %10 karını koydu, sattı 220TL'ye. Sen işten çıktın ve eve gitmeden önce markete uğradın, bir baktın raftaki fiyat olmuş 300TL. Sonra cebindeki paraya baktın; son 6 ayda etin fiyatı 2'ye katlanmış ama maaşın aynı. Çünkü maaşını dolarla almıyorsun. Tam da bu yüzden et almaktan vazgeçip 2 kilo şeker ve 4 kilo çay alıp kasaya gidiyorsun, parayı uzatıyorsun ama sana satmıyorlar. Çünkü o kadar şekeri ve çayı bir seferde alman yasak. Çay ve şekerden birer paket alıp eve gidiyorsun. Protein almanın yollarını düşünürken tırnaklarını yemenin bir seçenek olduğunu fark ediyorsun. Her şerde bir hayır var, değil mi?

Avrupa'da her şey pahalı / 1€=1 birim gibi düşün

Değil. Değil çünkü bir şeyin fiyatının yüksek olması ile pahalı olması aynı şey değil. Avrupa'da pek çok şeyin fiyatı Türkiye'dekine oranla yüksek fakat alım gücü de Türkiye'dekinden yüksek. Örnek verecek olursak şu anda Migros'ta kuşbaşı etin kilosu 62TL. Şu anki kurla (€=13,44TL4,61€. Hiç link falan paylaşmıyorum çünkü yarın bu fiyat bugünkünden farklı olacak. Müthiş bir araştırmacılık örneği ile Google'a "Almanya’da etin kilosu" yazıp aratınca karşıma çıkan ilk sonuca göre kuşbaşı etin kilosu 7,99€.

Bir diğer sık yapılan yanlış olan 1€ = 1TL gibi düşün formülünü uygularsak Almanya'da et neredeyse 8 kat daha ucuz çıkıyor. Doğruya en yakın karşılaştırmayı yapabilmek için işin içine asgari ücreti sokalım; aslında bu da yetersiz ama en azından gerçekçi. Türkiye'de günlük asgari ücret bu kaynağa göre 7,60$ yani 6,77€. Almanya'da ise günlük asgari ücret saati 9,50€'dan 76€. Kısaca asgari ücretle 1 gün çalışan bir Alman 9 kilodan fazla kuşbaşı et alabiliyorTürkiye'de asgari ücretle çalışan bir Türk ise 9 kilo kuşbaşı et almak için 6 günden fazla çalışmak zorunda. Öncesinde de söylediğim gibi bu veri yine yetersiz ama tabii ki daha yeterli bir veri Türk lirası açısından daha acı bir sonuç ortaya koyacak; çünkü 2018 verilerine göre Almanya'da asgari ücretle çalışan kişilerin tüm çalışan nüfusa oranı %6,6; Türkiye'de bu oran o dönemde %34 (kaynak).

Faizleri düşürdüler, o zaman gidip kredi çekelim

Arkadaşlar size kötü bir haberim var; düşen faiz o faiz değil. Kredi faizleri artıyor. Düşen faiz mevduat faizi.

Temmuz ayında %17 olan Ziraat Bankası yıllık mevduat faizi şu anda %13 civarında. Bugün 100 pinpon topu alacak parayı faize yatırdık ve 1 yıl sonunda 113 pinpon topu alacak paramız oldu. Diye düşünüyoruz. Öyle olmasını umuyoruz. Fakat geçtiğimiz ay yıllık enflasyon pinpon topunun kırtasiyedeki fiyatı için %19,89 fabrikadaki fiyatı için %46,31 olarak açıklandı. Yani bir yıl önce 100 pinpon topu aldığımız paraya şu anda 80,11 pinpon topu alabiliyoruz. Bu rakamlar önümüzdeki yıl da böyle gerçekleşirse bugün 100 pinpon topu aldığımız paraya 1 yıl sonra ancak 80,11 pinpon topu alabileceğiz. Çok aşırı kaba ve yanlış bir hesapla paramızı faize yatırdığımızda gelecek yıl kaybımız 13 pinpon topu eksik olacak ve bir yıl önce 100 pinpon topu aldığımız paraya şu anda 93,11 pinpon topu alabileceğiz. Ama faizler düşürülmeseydi ve temmuz ayındaki gibi %17 olarak kalsaydı 97,11 pinpon topu alabiliyor olacaktık.

Kredi faizleri ise artışta. Temmuz ayında %1,55 olan Ziraat Bankası tüketici kredisi oranı şu anda %1,63. Yani temmuz ayında 12 ay vadeli 100binTL tüketici kredisi alsaydık toplamda 112bin500TL geri ödeyecektik fakat şimdi bu krediyi alsak bir yıl sonunda 113bin165TL ödemiş olacağız. Kaba bir şekilde özetleyecek olursak, para kazanmamızı sağlayan faiz oranları düşerken para kaybetmemize neden olanlar yükseliyor. Hesabı bu linkten siz de yapabilirsiniz.

Telefonunu çıkar

Telefon çıkarttıran dayılardan hepimiz bıktık, dayılar bunu inatla bir kanıt olarak kullanıyor. Ancak bunun "AK Partiden önce buzdolabı yoktu" gibi bilimkurgu iddialardan veya "Yol yabdılar" tarzı savunmalardan çok da bir farkı yok çünkü bakın sadece cep telefonu değil, akıllı telefon artık bir ihtiyaç. Hem de yıllardır. Bugün evlerimizde ev telefonu yok, çok basitçe nedenini anlatmak gerekirse ev telefonlarıyla tapu işlemlerimiz için gerekli anlık bilgileri alamıyoruz, e-devlet'e giremiyoruz ve hatta şu pandemi döneminde her yere girerken mecburi olan "Hayat Eve Sığar" uygulamasını kullanamıyoruz. Devletin devlet dairelerinin yükünü azaltmak için vatandaşını kullanmaya mecbur bıraktığı bir ürünü lüks sınıfına sokup bu argümanla tartışmalarda bir adım öne çıkmaya çalışan dayılar için tabii ki her işlerini yaptıracak bir torun, evlat veya bir beyaz masa görevlisi var. Bu sebeple bu durumu onlara anlatamazsınız ama rahat olun; cep telefonunuz lüks değil.

Faiz sebep enflasyon sonuçtur

Bakın bu cümleyi kuran koca koca adamlar var ya, işte o adamların akademisyen olanları  size sınav yapsa ve sınavda bu cümleyi yazsanız tekme tokat okuldan atarlar sizi. Faizin enflasyonu yükseltmesi, canı sıkılıp "Ben bugün faizleri yükseltmek istiyorum çünkü neden olmasın amk" diyen bir Merkez Bankası başkanının olduğu paralel bir evren için mümkün olabilir ancak. Yani tam olarak anlatabilmek eğitici bir özellik istediğinden burada tıkanıyorum ama faizin enflasyonu yükselttiğini iddia etmek, hava soğuduğu için kaloriferi yakmak yerine kaloriferi yaktığımız için havanın soğuduğunu iddia etmek gibi bir şey. En iyisi şu ve benzeri kaynaklardan okumak bu konuyu.

Velhasıl, Amerika'yı yeniden keşfetmediğim ve böyle de bir niyetimin olmadığı bu yazının sonunda anlatmak istediğim şeyi özetlemem gerekirse; ekonomi hakkında fikir sahibi olmak zorundayız ve evet bu o kadar kolay bir konu değil ama varoluşsal sorgulamalara sürüklenmemize neden olacak kadar imkânsız da değil. Ekonomi hakkındaki bilgimizi asgari düzeye yükseltmediğimiz sürece ise ülkemizdeki gibi en saf yorumlamayla beceriksiz yönetimlere söyleyecek bir sözümüz olmaz. Okuduğunuz için teşekkür eder, paranızın her dakika erimediği bir gün dilerim.