deney/proje ortaya konurken bu deneyin deneği durumunda olan halkın yarısı dekültürizasyonu coşkuyla karşılarken diğer yarısı ise lanet olsun deyip hayatına devam ediyor. Bu o kadar büyük bir aymazlık ve vurdumduymazlık ki, tarihte egemenlini bilerek yitiren ilk millet olmakla kalmayıp, Türkler olarak bağımsız bir devleti olmayan en büyük etnisite olarak tarihe geçeceğiz. On yıllardır konuşulan, tüm diğer örneklerinde olduğu gibi goygoyu yapılan "İran olur muyuz" sorusu artık anlamını yitiriyor; Nietzsche yaşasa böğrünü yumruklaya yumruklaya ağlayarak karşılayacağı o "Biz bir hiç mi oluyoruz?" sorusudur artık sorulması gereken. Niyeyse "Şeriat" kadar korkutmayan "vatansızlık" kavramı birkaç yıla kalmadan sık rastlanan sözcüklerden biri olarak karşımıza çıkacak. Bu süreçte çoğunluğun aksine bağımsızlık dışında bir seçeneğe inanmayan, vakar sahibi, ekmeğini çalışmak dışında bir yolla kazanmayı aklına getirmeyen, hak yemeye meyletmeyen insanları bir yol ayrımı bekliyor; ya bu amansız ADHD'den kurtulup elini taşın altına koyarak mental bir kurtuluş mücadelesi başlatılacak ya da "egemen halklar ligi"nden düşeceğini kabul edip, gelecek nesilleri tekrar birinci lige çıkma sınavını başarıyla verebilecek bireyler olarak yetiştirmek için emek ve beyin göçü seçeneklerine bakılacak. En kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğunu unutmadan bunu başarmak ise bu toplumun genlerinde maalesef yok.
Pilonidal Kist
Hayat, bütün gün koşup yorulup dinlenmek için oturmak istediğinizde g#tünüze bir acı saplanmasıdır. Kıl dönmesidir. İltihap yapar. Sonra oraya tentürdiyot falan sürersiniz. Aslında oksijenli su da dökülebilir ama canını yakıyor insanın.
30 Aralık 2023 Cumartesi
Kavm-i Necip'in Namünasip Halleri
deney/proje ortaya konurken bu deneyin deneği durumunda olan halkın yarısı dekültürizasyonu coşkuyla karşılarken diğer yarısı ise lanet olsun deyip hayatına devam ediyor. Bu o kadar büyük bir aymazlık ve vurdumduymazlık ki, tarihte egemenlini bilerek yitiren ilk millet olmakla kalmayıp, Türkler olarak bağımsız bir devleti olmayan en büyük etnisite olarak tarihe geçeceğiz. On yıllardır konuşulan, tüm diğer örneklerinde olduğu gibi goygoyu yapılan "İran olur muyuz" sorusu artık anlamını yitiriyor; Nietzsche yaşasa böğrünü yumruklaya yumruklaya ağlayarak karşılayacağı o "Biz bir hiç mi oluyoruz?" sorusudur artık sorulması gereken. Niyeyse "Şeriat" kadar korkutmayan "vatansızlık" kavramı birkaç yıla kalmadan sık rastlanan sözcüklerden biri olarak karşımıza çıkacak. Bu süreçte çoğunluğun aksine bağımsızlık dışında bir seçeneğe inanmayan, vakar sahibi, ekmeğini çalışmak dışında bir yolla kazanmayı aklına getirmeyen, hak yemeye meyletmeyen insanları bir yol ayrımı bekliyor; ya bu amansız ADHD'den kurtulup elini taşın altına koyarak mental bir kurtuluş mücadelesi başlatılacak ya da "egemen halklar ligi"nden düşeceğini kabul edip, gelecek nesilleri tekrar birinci lige çıkma sınavını başarıyla verebilecek bireyler olarak yetiştirmek için emek ve beyin göçü seçeneklerine bakılacak. En kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğunu unutmadan bunu başarmak ise bu toplumun genlerinde maalesef yok.
11 Mart 2023 Cumartesi
Mağdure Hanım ve Mahdumları
ın arsız bir çocuk gibi artık bunu dillendirecek seviyeye gelmiş olması. Malum, ağlamayana meme yok.
Mağdurlarımız mağdur oldukları kadar mağrur aynı zamanda. İçlerinden bazılarını affedilemez olarak belirlemişler ve demişler ki "bunları affetmeseniz de olur". Belki de o haltları yiyenler odanın bir köşesine çöküp kendi dizlerine sarılıp öne arkaya gidip gelerek ağlarken "Biz affedilmeyi haketmiyoruz, Allah bizim belamızı versin" diyerek bu kararı vermişlerdir. Bu arkadaşlar "ölümlü
kazaya sebebiyet verenler":
"Bir defaya mahsus olmak üzere ölümlü kazaya sebebiyet vermemiş şoförler için af çıkarılmasını talep ediliyor". (TGRT ve Cem Küçük'e tebrikler, imlaları oldukça düzelmiş. Ne demek istedikleri hakkında bir fikrimiz oluşabiliyor en azından).
"Alkollü araç kullanma sebebiyle el konulan ehliyetlere af gelip gelmeyeceği konusunda net bir bilgi bulunmuyor." (Yani bu konudaki kararlarını Twitter ve TikTok'taki tepkilere göre verecekler).
- "Ehliyete El Konulan Durumlar:
- Alkollü araç kullanmak
- Ehliyetin geçerlilik süresinin dolması
- Hız sınırının aşılması
- Ölüme sebebiyet veren kazaya karışmış olmak
- 100 ceza puanına ulaşmak
- Uyuşturucu kullanmış olmak
- Stajyer sürücü olarak kural ihlali yapmak
- Sağlık durumunun bozulması"
Evet efendim, şimdi tüm bunlar içinde ölümlü kazaya karışanları Allah kahretsin diyoruz, alkollü araç kullananları da pazarlığa konu ediyoruz. Mesela, hız sınırını %10 aşıp bir yayaya (şaşaşa) çarparak öldüren bir kişi için tabii ki iyi konuşacak halimiz yok lakin hız sınırını iki kat aşıp, çarptığı yayayı (şaşaşı) sadece yatağa mahkum eden birini de bir katille bir tutmayalım değil mi? uyuşturucu konusunu da tartışma gereği görmüyorum; uyuşturucuyla alkol bir mi? Hem o uyuşturucu değil pudra şekeri de olabilir...
İnsanımızın modern hayatın nimetlerinden faydalanırken bu nimetlerden faydalanmak için uyması gereken kuralların etrafından dönmek istemesi aslında bu kadar uzun tanıma gerek duymayan ve "şark kurnazlığı" kelimesiyle vücut bulan bir olgu. İşte tüm bu arkadaşlar için aslında şu sorunun kafalarda o "ampul"ü yakacağını ve tüm tartışmalara nokta koyacak "o" tartışmayı başlatacağını düşünüyorum: Ehliyete ne gerek var ki?
Sıhhatler olsun.
17 Aralık 2021 Cuma
Efervesan Bir Para Birimi Olarak Türk Lirası
Mesainin bittiği şu anda asgari ücret 254$. Dün öğlen saatinde açıklanan ve cebinize 1 ay sonra girecek maaşınızdan 18$ daha eridi.
Mesainin bittiği şu anda asgari ücret 254$. Dün öğlen saatinde açıklanan ve cebinize 1 ay sonra girecek maaşınızdan 18$ daha eridi. (17 Aralık 2021 - 17:00, 1$=16,72TL) Tüm bunlarla birlikte Borsa İstanbul küçük yatırımcı için oldu Forsa İstanbul; aynı günde 2 kez devre kesti, dibin dibini gördü, manipülasyonla spekülasyonla itin köpeğin elinde oyuncak olan borsamızın amiral gemileri tam da cuma günü cızlamı çekti. Zenginler daha zengin oldu, küçük yatırımcının hayalleri kodamanların cebine doldu. Bu vesileyle önümüzdeki salı günkü dolar kuru da daha şimdiden tırnak yedirtmeye başladı; belli ki dolar 20'li yaşlarını hızlı yaşayacak.
Buraya kadar okuyanların cebindeki paranın durup dururken yok olmadığı günler dilerim.
10 Aralık 2021 Cuma
Takımlarımızın Avrupa Karnesi
Neden mi?
Çünkü paşa gönlüm öyle istiyor.
UEFA'nın sitesine girip kulüp puanlarına baktığımızda standart veri 5 yıllık olarak sunuluyor, ona da bakacağız ama önce bu yılın puanlarından başlayalım:
2021/2022
Bu yıl UEFA organizasyonlarında en çok puan toplayan takımlara baktığımızda ilk üç sırada 21 bin puanlı üç takım var: Bayern Münih, Liverpool ve Ajax. Yani üçü de birinci. Galatasaray şu ana dek topladığı 10 bin puanla 20. sırada; farklı bir şekilde söyleyecek olursak, kendisi gibi 10 bin puan toplayan AS Monaco, Eintracht Frankfurt, Bayer 04 Lev
erkusen, AZ Alkmaar, F.C. Copenhagen, Feyenoord, Borussia Dortmund, West Ham United FC ve FC Basel 1893 ile birlikte 19. sırayı paylaşıyor. Dilediğiniz gibi değerlendirin; Galatasaray Avrupa'da 19. da diyebilirsiniz, 28. de diyebilirsiniz.
Sıradaki takım Beşiktaş. UEFA sıralamasında 4000 puanıyla KRC Genk, SK Rapid Wien, HJK Helsinki, Omonoia FC, Legia Warszawa, Royal Antwerp FC ve FC Flora Tallinn ile birlikte 77. ve 84. sıra arasında bir yerde.
Bu sezon ön elemelerde elenen Trabzonspor ve Sivasspor, kendileriyle birlikte bir sürü takımla beraber 2500 puanla 87. ve 108. sıralar arasında bir yerdeler.
Fenerbahçe grupta 6 maç yapmış, puanlar da almış ama verdikleri puan maç kazanamayan Beşiktaş'ınkinden 1000 fazla sadece. Eğer Fenerbahçe'yi aynı puandaki takımların en altında, Beşiktaş'ı da aynı puandaki takımların en üstünde gibi düşünürseniz 76. ve 77. sırada alt alta yer almış oluyorlar. Saçmalık.
Beşiktaş'ın kazandığı 4000 puan, Şampiyonlar Ligi gruplarına direkt katılım sağladığı için mi verilmiş, yoksa 3 kupadan birine direkt katılan her takıma mı 4000 puan veriliyor, onu anlamadım.UEFA Avrupa Ligi ve Konferans Ligi elemelerine katılıma 2500 puan verilmiş. Galatasaray, Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynadığı için 2500 puan aldı mı? Fenerbahçe grup katılımı için kaç puan aldı? Bunları bu sayfada göremiyorum.
Fenerbahçe ve Galatasaray'ın ön elemelerde kazandığı ve kaybettiği maçlar puanlama dışı bırakılmış. Yaptıkları maç sayısı 6 olarak görünüyor.
Puanlamada belirtilen ülke federasyonu katsayısı (Türkiye için 1140), kulüplerin yukarıda bahsettiğim puanlarının içinde mi yoksa ayrıca mı ekleniyor, bilemiyorum.
2017/2022
Son 5 yıllık süreçte, an itibariyle ilk üç sıra Bayern Münih (133 bin), Manchester City FC (124 bin) ve Liverpool (122 bin) şeklinde.
Bu süreçte en çok puan toplayan Türk takımı Beşiktaş (33 bin), 47. sırada yer alıyor.
17/18: 19 bin - 18/19: 5 bin - 19/20: 3 bin - 20/21: 2 bin - 21/22: 4 bin
Beşiktaş'ın ardından gelen Galatasaray (27 bin), 54. sırada yer alıyor.
17/18: 500 - 18/19: 8 bin - 19/20: 6 bin - 20/21: 2500 - 21/22: 10 bin
Bir sonraki Türk takımı olan İstanbul Başakşehir FK (25 bin), 61. sırada yer alıyor.
17/18: 6 bin - 18/19: 2 bin - 19/20: 11 bin - 20/21: 6 bin - 21/22: 0
Fenerbahçe (14,500), 99. sırada yer alıyor.
17/18: 1500 - 18/19: 8 bin - 19/20: 0 - 20/21: 0 - 21/22: 5 bin
Sivasspor (6500), 178. sırada yer alıyor.
17/18: 0 - 18/19: 0 - 19/20: 0 - 20/21: 4 bin - 21/22: 2500
Trabzonspor (5500), 213. sırada yer alıyor.
17/18: 0 - 18/19: 0 - 19/20: 3 bin - 20/21: 0 - 21/22: 2500
Listede, 1'er sezonluk performanslarıyla Alanyaspor, Yeni Malatya, Akhisar Belediyespor ve Konyaspor'a da rastlıyoruz.
17/18 sezonunda Beşiktaş hayvan gibi puan toplamış. Bu sezonda Avrupa'da en çok puan kazanan 17. takım olmuş.
18/19 sezonunda en çok puanı Galatasaray ve Fenerbahçe kazandırmış. Avrupa'nın en çok puan kazanan 41. takımı olmuşlar Olympiacos FC ve FC BATE Borisov ile birlikte.
19/20 sezonunun ülke açısından yıldızı Başakşehir olmuş. Avrupa'da 29. olmuşlar.
20/21 sezonu rezalet geçmiş. Yine en çok puan Başakşehir'den gelmiş. Avrupa'da 53. sırada yer almışlar.
2011/2021
Bu 10 yıllık süreçte sıralama şu şekilde:1: Real Madrid (372 bin)
2: Bayern Münih (324 bin)
3: Barcelona (301 bin)
...
37: Beşiktaş (77 bin)
44: Galatasaray (70 bin)
57: Fenerbahçe (53,500)
103: Trabzonspor (32,500)
123: İstanbul Başakşehir FK (27,500)
Beşiktaş, 2016/2017 sezonunda 20 bin (UEFA Kupası çeyrek final) ve 2017/2018 sezonunda 19 bin puan (Şampiyonlar Ligi son 16) toplayarak muazzam bir ülke puanı katkısı yapmış. Bu süreçte sadece 1 kez Avrupa kupalarına katılamamış. 2013/2014 sezonunda ise puan katkısı 0 olarak gözüküyor (kupadan men). Galatasaray (Şampiyonlar Ligi çeyrek final) ve Fenerbahçe'nin (UEFA Kupası yarı final) 2012/2013 sezonunda topladığı 22 biner puan son 10 yılın rekoru. Bu süreçte Galatasaray, Avrupa kupalarına 2 kez katılamamış ve bir kez de ancak 500 puanlık katkı sağlayabilmiş. Fenerbahçe ise aynı dönemde 4 kez Avrupa kupalarına katılamamış ve bir kez de 0 katkı yapmış (kupadan men).
Sonuç:
- İstatistiklere göre son 10 yılın Avrupa fatihi, burun farkıyla (%10) Beşiktaş olmuş.
- "Ülke puanımızı rezil etti, Avrupa'da bilmem kaç maç kazanamadı" denilen Galatasaray, hem on yıllık hem de 5 yıllık istatistikte Beşiktaş'ın ardından ülkeye en çok puan kazandıran takım olmuş.
- 2011-2021 arasında "ülke puanına katkı sağladığı sezon başına en çok puan getiren kulüp" Fenerbahçe olmuş (bkz: Fenerbahçe kırmak üzereyken tanımlanan rekorlar). 10 sezonun 5 tanesinde puan getirebilen Fenerbahçe, toplamda 53,500 puanlık katkı yaparak 10,700 puanlık bir ortalama tutturmuş.
- Fenerbahçe: 10,700
- Beşiktaş: 9,625
- Galatasaray: 8,750
- Trabzonspor: 5,416
- İstanbul Başakşehir FK: 4,583
- UEFA'nın 2020/2021 sezonu başında hazırladığı istatistiğe göre Şampiyonlar Ligi ve Şampiyon Kulüpler Kupası tarihinin en başarılı kulüpleri Real Madrid (623 puan), Bayern Münih (511 puan) ve Barcelona (465 puan). En başarılı Türk kulübü ise topladığı 157 puanla 25. sırada bulunan Galatasaray. Fenerbahçe 84 puanla 50., Beşiktaş 73 puanla 60., Trabzonspor 27 puanla 118. ve Başakşehir 6 puanla 279. sırada yer alıyor. En çok forma giyen Türk futbolcu 74 maç ile Bülent Korkmaz, en golcü oyuncu ise 22 gol ile Hakan Şükür.
25 Kasım 2021 Perşembe
Şahlanan Bir Ekonomi Hakkında Bilinmesi Gerekenler
belirleyen Doğu Perinçek - Ertuğrul Kürkçü - Bülent Uluer kavgasını aratmayacak tartışmaların fonunda sosyal devlet rüzgârlarını evimizde estiriyordu. Vergi iadesi zarfı doldurarak elde ettiğimiz gelirin en az iki katını göz doktoru masrafı olarak ödesek de bu aslında insanların ekonominin kayıt dışılığının önüne geçen minik ama önemli bir unsurdu, farkındaydık. Her kuruş önemliydi o zamanlar; yıllık enflasyon ortalama %70 olsa da.
Geyiği bir yana bırakacak
olursak, "Telefonunu çıkar" dayılarından daha fazla hatırlıyoruz 20
yıl öncesini. Sankisiz, acabasız şekilde ülke tarihinin en kötü ekonomik
dönemini yaşıyoruz. Bu kez derdimiz yapısal
reformların bilinmeyişi, tecrübesizlik, beceriksizlik de değil; bildiğin
kötü yönetim: Bilerek ve isteyerek. Peki, niçin bu kadar kaybediyoruz? Ekonomik krizin acısını niçin eski Türkiye’dekinden
daha ağır hissediyoruz? Niçin insanlar canına kıyıyor, niçin yarın bizi ne
kadar daha kötü bir gidişatın beklediğini kestiremiyoruz, niçin alışveriş
listemize bile karışılıyor?
Tabii ki bu yazıyı bu konu üzerine yazacak kadar cüretkâr bir ekonomi uzmanı değilim. Her
şeyin de ahkâmını kesemem yani, o iş de bir yere kadar. Burada dokunmak istediğim nokta şu; maalesef bu dünyaya gelen herkes eğer bir kralın, bir holding sahibinin veya bir Türk siyasetçinin çocuğu değilse ekonomik döngünün içerisinde yer almak, ekonomik anlamda artı değer üretmek zorunda. İnsanların mecburiyetleri ve sorumlulukları ile ilgili kafaları çok karışık fakat aslında durum çok net: Nasıl ki bizi yönetenleri seçmek için siyaset hakkında kendimize ait bilgi edinme zorunluluğumuz varsa, nasıl ki öbür dünyada deniz manzaralı huri dolu bir villamız olması isteğimiz bu uğurda yapılacaklardan tamamen bizi sorumlu tutuyorsa; malımızı veya hizmetimizi ancak parayla değiş tokuş edebildiğimiz bu düzende de ekonomi hakkında birinci elden bilgi sahibi olmak zorundayız. Sonuçta her siyasetçi "Beni siz seçtiniz", her hoca "Allah oku demiş, kendin okusaydın mübarek" diyeceği gibi, fikrini aldığınız her ekonomi uzmanı da "Yatırım tavsiyesi değildi" diyecek gün bittiğinde. 30 küsur yıllık hayatımda ekonomi hakkında öğrendiğim doğruları paylaşamam çünkü çok fazla yok bu doğrulardan fakat yanlışlara dikkat çekebilirim diye düşündüm. Mümkün olduğunca ilkokul seviyesine inerek bu yanlışlara bir bakalım:
Dolar yükseliyor
Ben kendimi bildim bileli döviz
yükseliyor. 90'ların herhangi bir gününün herhangi bir gazetesinin ekonomi
sayfasını açsanız bu haber başlığını görürsünüz. İşin gerçeği ise, aslında Dolar
hiç yükselmedi; en azından bizim için. Türk Lirasının değeri düşüyor. Eğer öyle
olmasaydı sadece Dolar yükselir, Türk Lirası diğer para birimlerinin önemli
kısmına karşı değer kazanırdı.
Ülkemizde tükettiğimiz pek çok şeyi yurt dışından alıyor, yani ithal ediyoruz. Eğer anlamsız bir şekilde sürekli alıp sattığımız otomobilden örnek verecek olursak, Almanya'dan
otomobil ithal ediyoruz ve bunun karşılığında para ödememiz gerekiyor. Almana Türk Lirası uzattığınızda elinizdeki paraya bakıyor ve "Bu ne amk?" diyor. "Türk Lirasını n'apiyim amk Türk müyüm ben? Bana Euro ver Dolar ver." diyor. Mecburen elinizdeki Türk Lirasını dövize çevirip adamın parasını döviz olarak ödüyorsunuz. Böylece ülkedeki dövizi Alman'a verip arabayı iç piyasaya Türk Lirası ile sattığınız için piyasadaki döviz azalıyor. E biz sadece araba ithal etmiyoruz; bunun cep telefonu var, petrolü var, enerjisi var. Bunların her birini dövizle aldığımız için sürekli ülkeden döviz çıkıyor ve piyasadaki TL miktarı fazlalaşıyor. Döviz azaldıkça değeri artıyor çünkü sürekli bir şeyler ithal ettiğimiz için bugün olmasa yarın, yarın olmasa bir sonraki gün yine dövize ihtiyacımız var. Buna karşılık piyasada TL miktarı arttıkça artık TL'ye ulaşmak kolaylaşıyor ve değeri düşüyor. Bunun önüne geçmek için ise ya ithalatı azaltmamız ya da ülkemizde ürettiğimiz ve üretim sürecindeki maliyetlerinin çoğunluğunun TL cinsinden olduğu ürünleri yurtdışına satıp karşılığında döviz almamız, yani ihracat yapmamız gerekiyor. Maalesef ki yabancı ülkelerden aldıklarımız yabancı ülkelere sattıklarımızdan çok daha fazla, temel tüketim ürünlerimizin bile çoğu yabancı kaynaklı. Cari açıktan, ithalata dayalı üretimden, dış ve iç borçlanmadan falan bahsetmeden olayın özeti bu.
Faizle para kazanıyorum
"X bankası yıllık %15
faiz veriyor. Ben de paramı X bankasında faize koyuyorum ve 100binTL ile yılda 15binTL kazanıyorum."
NAH kazanıyorsun. Ülkede yıllık enflasyon %19. Yani yersen; aslında çok basit hesaplarla %35'in üzerinde olduğunu görebiliyoruz ama hadi %19 diyelim. Enflasyonun yıllık %19 olması demek, bu yıl 100bin lira olan bir ürünün gelecek yıl aynı dönemde 119binTL olması demek. Fakat enflasyonu %19 olup bankası %15 faiz veren ülkede 1 yıl sonra senin 115binTL paran oluyor ve bir yıl önce elindeki parayla alabildiğin ürünü 1 yıl sonra alamıyorsun. Peki, gerçekte ne oluyor? Bankaya koyup %15 faiz getirisi beklediğin 100binTL bir yıl sonra 115binTL oluyor fakat ne hikmetse enflasyonun %19 açıklandığı ülkede o ürünün fiyatı 140binTL olmuş. Çünkü ülkemizde enflasyon sadece pinpon topu veya dikiş iğnesi alıyorsanız %19. Eğer kimsenin almadığı araba, elektrik, doğalgaz veya benzin gibi gereksiz şeylere meraklıysanız evet, o zaman enflasyon biraz daha yüksek olabiliyor.
Maaşını dolarla mı alıyorsun?
Bu sorunun kısa cevabı
"Hayır". Uzun cevabı ise "Tabii ki hayır". Problem de tam
olarak bu zaten. Ekmeğin unundan etini yediğimiz koyunun yemine kadar ithal ediyoruz;
bu durum bizi "Dolar yükseliyor" başlığına götürüyor. Tüm bunları
dövizle aldığımız için piyasada döviz azalıp döviz almak isteyen kişi sayısı
değişmediğinden ya da arttığından değeri yükseliyor, Türk Lirası artıp değeri
düşüyor.
Avrupa'da her şey pahalı /
1€=1 birim gibi düşün
Değil. Değil çünkü bir şeyin fiyatının yüksek olması ile pahalı olması aynı şey değil. Avrupa'da pek çok şeyin fiyatı Türkiye'dekine oranla yüksek fakat alım gücü de Türkiye'dekinden yüksek. Örnek verecek olursak şu anda Migros'ta kuşbaşı etin kilosu 62TL. Şu anki kurla (€=13,44TL) 4,61€. Hiç link falan paylaşmıyorum çünkü yarın bu fiyat bugünkünden farklı olacak. Müthiş bir araştırmacılık örneği ile Google'a "Almanya’da etin kilosu" yazıp aratınca karşıma çıkan ilk sonuca göre kuşbaşı etin kilosu 7,99€.
Bir diğer sık yapılan
yanlış olan 1€ = 1TL gibi
düşün formülünü
uygularsak Almanya'da et neredeyse 8 kat daha ucuz çıkıyor. Doğruya en yakın
karşılaştırmayı yapabilmek için işin içine asgari
ücreti sokalım; aslında bu da yetersiz ama en azından gerçekçi. Türkiye'de
günlük asgari ücret bu kaynağa göre 7,60$ yani 6,77€. Almanya'da ise günlük asgari ücret saati 9,50€'dan 76€. Kısaca asgari
ücretle 1 gün çalışan bir Alman 9 kilodan fazla kuşbaşı et alabiliyor. Türkiye'de
asgari ücretle çalışan bir Türk ise 9 kilo kuşbaşı et almak için 6 günden fazla
çalışmak zorunda. Öncesinde de söylediğim gibi bu veri yine
yetersiz ama tabii ki daha yeterli bir veri Türk lirası açısından daha acı bir
sonuç ortaya koyacak; çünkü 2018 verilerine göre Almanya'da asgari ücretle çalışan
kişilerin tüm çalışan nüfusa oranı %6,6; Türkiye'de bu oran o
dönemde %34 (kaynak).
Faizleri düşürdüler, o zaman
gidip kredi çekelim
Arkadaşlar
size kötü bir haberim var; düşen faiz o faiz değil. Kredi faizleri artıyor. Düşen
faiz mevduat faizi.
Kredi
faizleri ise artışta. Temmuz ayında %1,55 olan Ziraat Bankası tüketici kredisi
oranı şu anda %1,63. Yani temmuz ayında 12 ay vadeli 100binTL tüketici kredisi
alsaydık toplamda 112bin500TL geri ödeyecektik fakat şimdi bu krediyi alsak bir yıl sonunda 113bin165TL ödemiş olacağız. Kaba bir şekilde özetleyecek olursak, para kazanmamızı sağlayan faiz oranları düşerken para kaybetmemize
neden olanlar yükseliyor. Hesabı bu linkten siz de
yapabilirsiniz.
Telefonunu çıkar
Telefon çıkarttıran dayılardan hepimiz bıktık, dayılar bunu inatla bir kanıt olarak kullanıyor. Ancak bunun "AK Partiden önce buzdolabı yoktu" gibi bilimkurgu iddialardan veya "Yol yabdılar" tarzı savunmalardan çok da bir farkı yok çünkü bakın sadece cep telefonu değil, akıllı telefon artık bir ihtiyaç. Hem de yıllardır. Bugün evlerimizde ev telefonu yok, çok basitçe nedenini anlatmak gerekirse ev telefonlarıyla tapu işlemlerimiz için gerekli anlık bilgileri alamıyoruz, e-devlet'e giremiyoruz ve hatta şu pandemi döneminde her yere girerken mecburi olan "Hayat Eve Sığar" uygulamasını kullanamıyoruz. Devletin devlet dairelerinin yükünü azaltmak için vatandaşını kullanmaya mecbur bıraktığı bir ürünü lüks sınıfına sokup bu argümanla tartışmalarda bir adım öne çıkmaya çalışan dayılar için tabii ki her işlerini yaptıracak bir torun, evlat veya bir beyaz masa görevlisi var. Bu sebeple bu durumu onlara anlatamazsınız ama rahat olun; cep telefonunuz lüks değil.
Faiz sebep enflasyon sonuçtur
Velhasıl, Amerika'yı yeniden
keşfetmediğim ve böyle de bir niyetimin olmadığı bu yazının sonunda anlatmak
istediğim şeyi özetlemem gerekirse; ekonomi hakkında fikir sahibi olmak
zorundayız ve evet bu o kadar kolay bir konu değil ama varoluşsal sorgulamalara
sürüklenmemize neden olacak kadar imkânsız da değil. Ekonomi hakkındaki
bilgimizi asgari düzeye yükseltmediğimiz sürece ise ülkemizdeki gibi en saf
yorumlamayla beceriksiz yönetimlere
söyleyecek bir sözümüz olmaz. Okuduğunuz için teşekkür eder, paranızın her
dakika erimediği bir gün dilerim.