11 Ekim 2021 Pazartesi

Artık sus mu diyorsunuz?

Bir tarafta oyunculuk kariyeri tek bir karakterden oluşan, ancak bir video oyunu npc’siyle yarışacak seviyede oyunculuk yeteneğiyle ekranları 20 küsur senedir meşgul eden Tamer Karadağlı; diğer tarafta bu versustaki rakibi kadar bile akılda kalıcı bir karakteri canlandıramamış, orta seviye bir başarı yakalayıp mikrofonu önünde bulduğunda başkalarına rağmen dili ve edebiyatına sarılıp ülkenin en amansız ve anlamsız acı gerçeklerinden biri olan kadına şiddeti tek bir konu başlığına indirgeyerek, bahsettiği rağmenliğe dengesiz bir dayanak oluşturmaya çalışan tipik yurdum insanı Nihal Yalçın. Günlerdir gündemi kasıp kavuran bu sürtüşmeyi “Lan başka dert mi yok, millet aç aç” gibi yine konuyla alakasız sığ bir yorumla değerlendirmek istemem ama gerçekten lan başka dert mi yok, gerçekten millet aç amk aç.

Aklımda kalsın da unutmayayım diye özet geçeyim:

Nihal Yalçın “Zuhal” filmindeki performansı ile en iyi kadın oyuncu ödülüne layık görülür, sahneye çıkar ve ödülü kendisine vermek için orada bulunan Tamer Karadağlı’dan ödülü henüz almadan mikrofonun başına geçer ve klişe mi klişe, daha önce milyonlarca kez duyduğumuz konuşmalardan birini yapmaya başlar. Evet, heyecanlı ve mutludur fakat Altın Portakal ödülünü Nobel Barış Ödülü mü zannettiğinden bilinmez, konuşma nerede biteceği belli olmayan sonsuz bir maceraya dönüşmeye başlar. Bu arada Tamer Karadağlı da sanki o gün ödül vermek için oraya silah zoruyla getirilmiş, ocakta yemeğini yuvada çocuğunu bırakıp gelmiş gibi sabırsız jestleri, altına sıçacakmış da bin bir türlü anüs kasılmasıyla kakasını zar zor tutan Fatih Terim mimikleriyle kariyerinin en başarılı oyunculuğunu sergilemektedir. Kakasını daha fazla tutamayan Karadağlı, öyle ya da böyle kariyerinin zirvesini yaşamakta olan birinin kapıldığı rüzgara 2 küsur dakika tahammül gösteremeyip odun gibi tuttuğu ödülü Nihal Yalçın’ın gözüne sokar, eline tutuşturur ve geriye doğru çekilir. Nihal Yalçın bu arada kadınlardan bahsetmenin, İstanbul sözleşmesi dediği anda yükselen destekleyici seslerin arasında iyice gaza gelip “Kim verdi lan bu ödülü bana” diyerek ilk atışı yapar. Sesler kesilmeyip olay tam anlamıyla bir rezalete dönüşmeyince “Bağa git mi diyon” falan diyerek ateşi harlamaya devam eder. Bu arada Tamer Karadağlı “kopan alkış, sahnede kadın, benim son 15 yılda modası geçip artık antipatik hale dönüşen maço karakterim,…” yapbozunu kafasında hızlıca birleştirir ve hayatının her alanında takınmayı sevdiği Haluk rolünden beklenmeyecek kıvraklıkta bir dans figürü sergileyerek “Ama ben onun için yapmadım, yani elinizde ödülle yaparsanız bu konuşma daha etkili olur” gibi bir savunma yapıp geri çekilir. Adeta bir Müge Anlı zanlısı savunmasına benzeyen bu hareketi 0.5 saniye içinde tekrar gözden geçirip kendine yakıştırsa bile, artık Tamer karakterinden daha baskın olan Haluk karakterine yakıştıramayınca, sanki o geri vitesi yapan kendisi değilmiş gibi “teallaam” hareketlerine ve sıçış pozisyonuna geri döner. Uzun lafın kısası, hayatında ilk defa dişe dokunur olduğunu düşündüğü bir ödül alan bir oyuncunun anın coşkusuyla kontrol edemediği heyecan ile kendisininkinden yarı yarıya kısa bir kariyere kendisinin iki katı başarı sığdıran bir kadının coşkusuna 2 dakika katlanamayan başarısız bir aktörün kısa hikayesidir olan biten.

Olay burada bitse ne güzel olurdu ama yok. Konu bu olmasa da ülkemiz insanının sığ, anlamsız, basit tartışmaların tarafı olmaya bu kadar meraklı olması medeniyet yolunda vardığımız noktanın bir mucize olduğunu düşündürmüyor değil. Sıçar gibi özlü söz üreten atalarımızın arada nadiren denk gelinen faydalı hiçbir sözünü dinlemeyen toplumumuzun her bireyi sanki o sözler içerisinden sadece “Taraf olmayan bertaraf olur” sözünü çerçeveletip duvarına asmış gibi yine cephelere ayrılır ve birbirine sallamaya başlar. Bu cephelerin siperlerinde her zamanki gibi kadına şiddetin bir sözleşmeyle, bozuk düzenin birkaç istifayla, karşı tarafın zalim kralının zulmünün kendilerinin minnoş prensinin gelişiyle son bulacağını düşünen aydınlık taraf ile tüm olumsuzlukların dış mihraklar tarafından yaratıldığını, kendilerinden olmayan herkesin terörist olduğunu, vatanseverliğin ve müminliğin tanımını her gün değiştirseler bile ancak kendilerinin yapabileceğini ve bu kavramların her şey olduğunu savunan karanlık tarafın temsilcileri var. Olay buraya nasıl geliyor diye sormayın, getiren ben değilim bizzat bu olayın aktörleri.

 Hikayenin buraya kadarki kısmında birilerine kabahat bulunacaksa tabii ki Haluk karakteri bir adım önde. Devir sığ ataerkillik, boş vatan-millet, daha ünlüye hürmet devri değil artık; şu anda farklı bir hamaset dönemindeyiz. Şu anda sığ özgürlükçülük, ters cinsiyet eşitsizliği, vıcık vıcık genç nesil popülizmi revaçta. Mini etekle baş örtüsünün, Kuran ile Nutuk’un aynı ringde dövüştürülmeye çalışıldığı dönemin bir uzantısı; tek fark ringdeki objelerin göz ilişmeyen hızlı değişimi ve daha da alakasızlaşması. 20 yıldır aşama aşama gerçekleşen bu değişimi analiz edip Tamer’in kulağına fısıldamalıydın Halukçum. Ama sen ne yaptın? Bakalım:

-“Hiçbir şey söylemedim, linç yemeye başladım. Sonra ona sahip çıkmaya başladılar. Konuşma uzadığı için sıkılmış olabilirim. Kendi meslektaşlarını aşağılaması hoşuma gitmedi. Nihal Yalçın'ı sadece oyuncu kimliğiyle değerlendiriyorum. Sevdiğim bir oyuncu kendisi..
 -"Kadınların konuşması bastırılıyor” denildiğinde olayın içeriğine bakmaya başladım. Yalçın'ın sosyal medya paylaşımlarına bakmaya başladım. 'Selahattin Demirtaş'a özürlük' falan demiş..."
 -"Demirtaş, 'Öcalan'ın heykelini dikeceğiz' dedi. Hanımefendi onu mu savunuyor? Pelvin Buldan falan da ona sahip çıkıyor. Benim duruşum belli olan bir duruş; terörist örgütün tümüyle karşısındayım. PKK'nın terör örgütü olduğuna inanan bir insanım..."
 -"Şimdi gidip onlara sormak lazım; siz PKK'nın terör örgütü olduğuna inanıyor musunuz? Abdullah Öcal'ın bebek katili, terörist başı olduğunu söyleyebiliyor musunuz? Lanetliyor musunuz?"

-"Bana söylenen şey bu festivalin sanatla alakasının olmadığı, sadece politik olması. Gittiğime de pişman oldum. Kimin neyi savunduğu, hangi partiye oy verdiğinin bir önemi yok. Burada sanatta bahsedildiği için ben sorgulamadan gittim..."
 -"Hanımefendi HDP'yi ve Demirtaş'ı sahiplenen biriymiş. Hangi kadına ne düşmanlık yapmışım? Kadın düşmanlığı ne demek? Benim son oynadığım 'Savaşçı' dizisindeki rolüm mü onu rahatsız etti?"

 

Alıntı için Kaynak: Milliyet - Cadde

Gerçekten mi ya? Ciddi misin? Yani 20 yıldır, tüm bu ülkenin yaşadıklarından sonra hala bu argümanlar mı işe yarayacağını düşündüğün? Konuşma uzadığı için sıkılmış olabilir, bu yüzden ortaya bir tepki koymuş olabilirsin ama bu tepkiye karşılık vermek “meslektaşa hakaret” öyle mi? Demek Nihal Yalçın, Selahattin Demirtaş’a özgürlük demiş ha? LAN NE ALAKA AMK? Apo’ya terörist deyip dememenin kadına ödülü “Al baban arıyor” der gibi vermenle ne alakası var? Senin kadınla yaşadığın tartışmayla ödül töreninin politize olması arasında nasıl bir ilişki kurdun? Diğer ödüllerle ilgili de mi bir sıkıntın var? Yav senin son oynadığın Savaşçı dizisi midir nedir, onu kim izler? Kim 5 dakikasını ayırıp bakar da senin göz kanatan, insanı intihara sürükleyen oyunculuğundan etkilenmeden “Hmm, bu x kişilerin tepkisini çeker” diye bir yorum yapar? Sen tüm bu saçma ilişkilendirmelerinle, ad hominemlerinle “Farkında değildim ama az bile yapmışım” demek mi istiyorsun? Tüm bu yorumlarına bir bakıp politize olanın sen mi yoksa ödüller mi olduğu konusunu bir kez daha düşündün mü?

Bu arada; kırmızı köşede Tamer Karadağlı bunları yaparken tüm haklılığı ve olgunluğuyla mavi köşedeki Nihal Yalçın ne yapmış bakalım:

Tek kelimeyle bu ülkenin insanına yazık, bu ülke insanının kendine layık gördüğü kalitenin bu olması korkunç bir acziyet.

Evet, ülkenin son 20 yılına ve bugününe bakınca bir devrin sonuna geldiğimiz gün gibi ortada. Bu noktada gemiden atlayanlar olduğu kadar geminin batmaması ihtimaline daha da agresif şekilde sarılanlar da olacak. Bu karşı taraf için de geçerli, en az diğer tarafın popülizmi kadar cıvık, tutarsız ve ayakları yere basmayan bir tarz var bu cenahta da. Tüm bunların arasında var olan bitik düzenin aktörleri ellerini ovuşturuyor bu gibi akıl almaz, Gibi dizisinden bir bölümmüş gibi olayların gündemi alt üst etmesine. Bu ülke tarih boyunca bir diğerini “Aklım almıyor amına koyim, biz bu noktaya nasıl geldik İlkkan?” diyerek omuzlarından tutup sarsan bir Yılmaz’ın eksikliğini yaşadı, yaşıyor.

 Anlamak lazım ki:

  • Kadına şiddeti bitirmek için ihtiyacımız olan şey İstanbul Sözleşmesi’nden daha büyük, daha güçlü bir şey. Herhangi bir akit, sözleşme, antlaşma bu ülke insanının zihninde bir etki bırakmıyor.
  • Bazen yaptığınız küçük bir hatayı kabul etmek, bir anlık sinirle yapılmış bir hatayı dört başı mamur bir özürle düzeltmeye çalışmak; zaten haksızlık ettiğiniz bir insanı terörist olmakla suçlamaktan daha insani olmakla birlikte olumlu sonuçlar da doğurabilir; bu benim naçizane fikrim tabi yine de siz bilirsiniz.
  • Tarafını belli etmek, reytinden bir dilim kapmak, birkaç beğeni toplamak için hiçbir elle tutulur yanı olmayan tartışmalara taraf olup günlerce gündemin en tepesinde tutmak bir ülkenin ünlü kişilerini büyütmez, küçültür ya da aslında ne kadar küçük olduklarını gösterir.
  • Birinin ağdalı şoven yapımlarda oynaması milliyetçi olduğunu, vatanını sevdiğini göstermediği gibi ülkenin aktif şekilde siyasetinde var olan, hukuken herhangi bir şekilde illegalize edilemeyen bir siyasi partisinin liderini desteklemesi, katılsak da katılmasak da terör destekçisi veya vatan
    haini yapmaz.

Vatanını ve milletini çok düşünen bir Tamer Karadağlı, 20 küsur yıl önce oyunculuğu bırakırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder