belirleyen Doğu Perinçek - Ertuğrul Kürkçü - Bülent Uluer kavgasını aratmayacak tartışmaların fonunda sosyal devlet rüzgârlarını evimizde estiriyordu. Vergi iadesi zarfı doldurarak elde ettiğimiz gelirin en az iki katını göz doktoru masrafı olarak ödesek de bu aslında insanların ekonominin kayıt dışılığının önüne geçen minik ama önemli bir unsurdu, farkındaydık. Her kuruş önemliydi o zamanlar; yıllık enflasyon ortalama %70 olsa da.
Geyiği bir yana bırakacak
olursak, "Telefonunu çıkar" dayılarından daha fazla hatırlıyoruz 20
yıl öncesini. Sankisiz, acabasız şekilde ülke tarihinin en kötü ekonomik
dönemini yaşıyoruz. Bu kez derdimiz yapısal
reformların bilinmeyişi, tecrübesizlik, beceriksizlik de değil; bildiğin
kötü yönetim: Bilerek ve isteyerek. Peki, niçin bu kadar kaybediyoruz? Ekonomik krizin acısını niçin eski Türkiye’dekinden
daha ağır hissediyoruz? Niçin insanlar canına kıyıyor, niçin yarın bizi ne
kadar daha kötü bir gidişatın beklediğini kestiremiyoruz, niçin alışveriş
listemize bile karışılıyor?
Tabii ki bu yazıyı bu konu üzerine yazacak kadar cüretkâr bir ekonomi uzmanı değilim. Her
şeyin de ahkâmını kesemem yani, o iş de bir yere kadar. Burada dokunmak istediğim nokta şu; maalesef bu dünyaya gelen herkes eğer bir kralın, bir holding sahibinin veya bir Türk siyasetçinin çocuğu değilse ekonomik döngünün içerisinde yer almak, ekonomik anlamda artı değer üretmek zorunda. İnsanların mecburiyetleri ve sorumlulukları ile ilgili kafaları çok karışık fakat aslında durum çok net: Nasıl ki bizi yönetenleri seçmek için siyaset hakkında kendimize ait bilgi edinme zorunluluğumuz varsa, nasıl ki öbür dünyada deniz manzaralı huri dolu bir villamız olması isteğimiz bu uğurda yapılacaklardan tamamen bizi sorumlu tutuyorsa; malımızı veya hizmetimizi ancak parayla değiş tokuş edebildiğimiz bu düzende de ekonomi hakkında birinci elden bilgi sahibi olmak zorundayız. Sonuçta her siyasetçi "Beni siz seçtiniz", her hoca "Allah oku demiş, kendin okusaydın mübarek" diyeceği gibi, fikrini aldığınız her ekonomi uzmanı da "Yatırım tavsiyesi değildi" diyecek gün bittiğinde. 30 küsur yıllık hayatımda ekonomi hakkında öğrendiğim doğruları paylaşamam çünkü çok fazla yok bu doğrulardan fakat yanlışlara dikkat çekebilirim diye düşündüm. Mümkün olduğunca ilkokul seviyesine inerek bu yanlışlara bir bakalım:
Dolar yükseliyor
Ben kendimi bildim bileli döviz
yükseliyor. 90'ların herhangi bir gününün herhangi bir gazetesinin ekonomi
sayfasını açsanız bu haber başlığını görürsünüz. İşin gerçeği ise, aslında Dolar
hiç yükselmedi; en azından bizim için. Türk Lirasının değeri düşüyor. Eğer öyle
olmasaydı sadece Dolar yükselir, Türk Lirası diğer para birimlerinin önemli
kısmına karşı değer kazanırdı.
Ülkemizde tükettiğimiz pek çok şeyi yurt dışından alıyor, yani ithal ediyoruz. Eğer anlamsız bir şekilde sürekli alıp sattığımız otomobilden örnek verecek olursak, Almanya'dan
otomobil ithal ediyoruz ve bunun karşılığında para ödememiz gerekiyor. Almana Türk Lirası uzattığınızda elinizdeki paraya bakıyor ve "Bu ne amk?" diyor. "Türk Lirasını n'apiyim amk Türk müyüm ben? Bana Euro ver Dolar ver." diyor. Mecburen elinizdeki Türk Lirasını dövize çevirip adamın parasını döviz olarak ödüyorsunuz. Böylece ülkedeki dövizi Alman'a verip arabayı iç piyasaya Türk Lirası ile sattığınız için piyasadaki döviz azalıyor. E biz sadece araba ithal etmiyoruz; bunun cep telefonu var, petrolü var, enerjisi var. Bunların her birini dövizle aldığımız için sürekli ülkeden döviz çıkıyor ve piyasadaki TL miktarı fazlalaşıyor. Döviz azaldıkça değeri artıyor çünkü sürekli bir şeyler ithal ettiğimiz için bugün olmasa yarın, yarın olmasa bir sonraki gün yine dövize ihtiyacımız var. Buna karşılık piyasada TL miktarı arttıkça artık TL'ye ulaşmak kolaylaşıyor ve değeri düşüyor. Bunun önüne geçmek için ise ya ithalatı azaltmamız ya da ülkemizde ürettiğimiz ve üretim sürecindeki maliyetlerinin çoğunluğunun TL cinsinden olduğu ürünleri yurtdışına satıp karşılığında döviz almamız, yani ihracat yapmamız gerekiyor. Maalesef ki yabancı ülkelerden aldıklarımız yabancı ülkelere sattıklarımızdan çok daha fazla, temel tüketim ürünlerimizin bile çoğu yabancı kaynaklı. Cari açıktan, ithalata dayalı üretimden, dış ve iç borçlanmadan falan bahsetmeden olayın özeti bu.
Faizle para kazanıyorum
"X bankası yıllık %15
faiz veriyor. Ben de paramı X bankasında faize koyuyorum ve 100binTL ile yılda 15binTL kazanıyorum."
NAH kazanıyorsun. Ülkede yıllık enflasyon %19. Yani yersen; aslında çok basit hesaplarla %35'in üzerinde olduğunu görebiliyoruz ama hadi %19 diyelim. Enflasyonun yıllık %19 olması demek, bu yıl 100bin lira olan bir ürünün gelecek yıl aynı dönemde 119binTL olması demek. Fakat enflasyonu %19 olup bankası %15 faiz veren ülkede 1 yıl sonra senin 115binTL paran oluyor ve bir yıl önce elindeki parayla alabildiğin ürünü 1 yıl sonra alamıyorsun. Peki, gerçekte ne oluyor? Bankaya koyup %15 faiz getirisi beklediğin 100binTL bir yıl sonra 115binTL oluyor fakat ne hikmetse enflasyonun %19 açıklandığı ülkede o ürünün fiyatı 140binTL olmuş. Çünkü ülkemizde enflasyon sadece pinpon topu veya dikiş iğnesi alıyorsanız %19. Eğer kimsenin almadığı araba, elektrik, doğalgaz veya benzin gibi gereksiz şeylere meraklıysanız evet, o zaman enflasyon biraz daha yüksek olabiliyor.
Maaşını dolarla mı alıyorsun?
Bu sorunun kısa cevabı
"Hayır". Uzun cevabı ise "Tabii ki hayır". Problem de tam
olarak bu zaten. Ekmeğin unundan etini yediğimiz koyunun yemine kadar ithal ediyoruz;
bu durum bizi "Dolar yükseliyor" başlığına götürüyor. Tüm bunları
dövizle aldığımız için piyasada döviz azalıp döviz almak isteyen kişi sayısı
değişmediğinden ya da arttığından değeri yükseliyor, Türk Lirası artıp değeri
düşüyor.
Avrupa'da her şey pahalı /
1€=1 birim gibi düşün
Değil. Değil çünkü bir şeyin fiyatının yüksek olması ile pahalı olması aynı şey değil. Avrupa'da pek çok şeyin fiyatı Türkiye'dekine oranla yüksek fakat alım gücü de Türkiye'dekinden yüksek. Örnek verecek olursak şu anda Migros'ta kuşbaşı etin kilosu 62TL. Şu anki kurla (€=13,44TL) 4,61€. Hiç link falan paylaşmıyorum çünkü yarın bu fiyat bugünkünden farklı olacak. Müthiş bir araştırmacılık örneği ile Google'a "Almanya’da etin kilosu" yazıp aratınca karşıma çıkan ilk sonuca göre kuşbaşı etin kilosu 7,99€.
Bir diğer sık yapılan
yanlış olan 1€ = 1TL gibi
düşün formülünü
uygularsak Almanya'da et neredeyse 8 kat daha ucuz çıkıyor. Doğruya en yakın
karşılaştırmayı yapabilmek için işin içine asgari
ücreti sokalım; aslında bu da yetersiz ama en azından gerçekçi. Türkiye'de
günlük asgari ücret bu kaynağa göre 7,60$ yani 6,77€. Almanya'da ise günlük asgari ücret saati 9,50€'dan 76€. Kısaca asgari
ücretle 1 gün çalışan bir Alman 9 kilodan fazla kuşbaşı et alabiliyor. Türkiye'de
asgari ücretle çalışan bir Türk ise 9 kilo kuşbaşı et almak için 6 günden fazla
çalışmak zorunda. Öncesinde de söylediğim gibi bu veri yine
yetersiz ama tabii ki daha yeterli bir veri Türk lirası açısından daha acı bir
sonuç ortaya koyacak; çünkü 2018 verilerine göre Almanya'da asgari ücretle çalışan
kişilerin tüm çalışan nüfusa oranı %6,6; Türkiye'de bu oran o
dönemde %34 (kaynak).
Faizleri düşürdüler, o zaman
gidip kredi çekelim
Arkadaşlar
size kötü bir haberim var; düşen faiz o faiz değil. Kredi faizleri artıyor. Düşen
faiz mevduat faizi.
Kredi
faizleri ise artışta. Temmuz ayında %1,55 olan Ziraat Bankası tüketici kredisi
oranı şu anda %1,63. Yani temmuz ayında 12 ay vadeli 100binTL tüketici kredisi
alsaydık toplamda 112bin500TL geri ödeyecektik fakat şimdi bu krediyi alsak bir yıl sonunda 113bin165TL ödemiş olacağız. Kaba bir şekilde özetleyecek olursak, para kazanmamızı sağlayan faiz oranları düşerken para kaybetmemize
neden olanlar yükseliyor. Hesabı bu linkten siz de
yapabilirsiniz.
Telefonunu çıkar
Telefon çıkarttıran dayılardan hepimiz bıktık, dayılar bunu inatla bir kanıt olarak kullanıyor. Ancak bunun "AK Partiden önce buzdolabı yoktu" gibi bilimkurgu iddialardan veya "Yol yabdılar" tarzı savunmalardan çok da bir farkı yok çünkü bakın sadece cep telefonu değil, akıllı telefon artık bir ihtiyaç. Hem de yıllardır. Bugün evlerimizde ev telefonu yok, çok basitçe nedenini anlatmak gerekirse ev telefonlarıyla tapu işlemlerimiz için gerekli anlık bilgileri alamıyoruz, e-devlet'e giremiyoruz ve hatta şu pandemi döneminde her yere girerken mecburi olan "Hayat Eve Sığar" uygulamasını kullanamıyoruz. Devletin devlet dairelerinin yükünü azaltmak için vatandaşını kullanmaya mecbur bıraktığı bir ürünü lüks sınıfına sokup bu argümanla tartışmalarda bir adım öne çıkmaya çalışan dayılar için tabii ki her işlerini yaptıracak bir torun, evlat veya bir beyaz masa görevlisi var. Bu sebeple bu durumu onlara anlatamazsınız ama rahat olun; cep telefonunuz lüks değil.
Faiz sebep enflasyon sonuçtur
Velhasıl, Amerika'yı yeniden
keşfetmediğim ve böyle de bir niyetimin olmadığı bu yazının sonunda anlatmak
istediğim şeyi özetlemem gerekirse; ekonomi hakkında fikir sahibi olmak
zorundayız ve evet bu o kadar kolay bir konu değil ama varoluşsal sorgulamalara
sürüklenmemize neden olacak kadar imkânsız da değil. Ekonomi hakkındaki
bilgimizi asgari düzeye yükseltmediğimiz sürece ise ülkemizdeki gibi en saf
yorumlamayla beceriksiz yönetimlere
söyleyecek bir sözümüz olmaz. Okuduğunuz için teşekkür eder, paranızın her
dakika erimediği bir gün dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder