13 Ağustos 2015 Perşembe

Bir Nefes Sıhhat

Yoksa yakardım bir sigara, dumanının kıvrım kıvrım yükselişini izleyip düşünürdüm bir yandan “Neden böyle?” diye. İzmariti, kolları arkasından bağlı birinin başını su dolu küvete bastırır gibi öldürmeden hemen önce bir “şu yüzden” bulunur illa ki. Her sigarada başka bir geçerli neden bulabilirdim. Benim için kendini feda eden her bir dalın ardından yeni bir tanesini tutuşturur, bir önceki cesedin tatmin etmeyen cevabının yerine daha makul bir tanesini koyabilirdim. Pantolon cebinde sıranın kimde olacağının korkusuyla alnında, gövdesinde, her yerinde çizgiler oluşmuş, iki büklüm kalmış sigaralarım yetmezdi; yepyeni, gencecik kurbanlarla dolu bir paketi “ya yetmezse” diye alıp cebime koyabilirdim hava karardığında eve dönmeden önce. Hiçbir soruyu ertesi sabah unutulacak veya yetersiz kalacak bir cevaptan mahrum bırakmadan yatabilirdim o gece.

Ama bıraktım.

Ben yanmayayım diye yanmaya razı, kaderi daha güneş altında kurutulmadan çok önce yazılmış, “bir üst akıl” tarafından kedere ve sıkıntıya karşı benim tarafımda savaşsın ve ölsün diye üretilmiş o askerlerin külünü yerde bıraktım. Bugüne kadarki mücadeleleri tarihimin tozlu sayfalarında kaldı, kendilerini feda ettikleri bu dava da aslında hiç gerekli olmayan bir davaymış; mücadele için ön saflara onların sürüldüğü bu metod en başından beri yanlışmış gibi bir hiç uğruna yanmış oldular. Bu onların suçu değildi aslında, benim ve bu karşı koyuşu seçenlerin yanlışıydı. Karşı koymanız gereken bir durumda size en cazip gelen çözüm aynı zamanda çevrenizdekilerin size en çok tavsiye ettiğiyse, ekseriyetle yanlıştır zaten.

Tütün hep vardır; içine silah olarak zehrini, kıçına daha güvenli olsun diye zırh olarak filtresini, etrafına hangi sınıf asker olduğu belli olsun diye ambalajını koyacak bir sermaye de vardır mutlaka. İnsanın aklını kemiren, geceleri uyutmayan, göğsünün ortasına oturan düşmanı da vardır, yoksa da bulunur; düşman olmadı olmaz. O düşmanla nasıl başa çıkacağınızı düşünürken çevrenizdekileri görürsünüz; kimi sert mizaçlı kimi yumuşak huylu, kimi tek başına kim bilir kaç derde yeterken kimi paket paket düşmanın önüne serilen erlerin kanlarını emen o insanları görürsünüz. Dişleri, bıyıkları sararmış üstleri başları barut kokan o insanlarındır yanlış. “Başka türlü olmuyor” derler. “Bırakılmıyor ki” derler. Derdim. İşte yanlış onlarındır. Benimdir. Yoksa dünyanın düzeni böyle. Birileri başkalarının derdiyle yanacak kadar vardır bu dünyada, bir tarafta da onları eğitip donatıp düşman sahiplerinin önüne koyacak kadar bu sistemin üstünde oturanlar. Biz de ortadakiler olarak bizim davamıza başkasının bulduğu çözüme omuz veririz; “Başka nasıl olacak ki” deriz, “Ben bırakamam” deriz, daha da ötesi “Bana bir şey olmaz” deriz. Tam tersi olduğunu biliriz ama kim yanıldığını kabul eder ki gururlu “yanılmayış”ın tek yan etkisi vicdanı çok da acıtmayan riyakârlıkken?

Seçme hakkı bizdedir, dertlerle düşmanlarla kendimiz mi yüzleşiriz yoksa öne bizim yerimize bir başkasını mı süreriz? Kederin cephesinde şehit düşmekten korkup kazanmayı mitleştirmek insanın mirası mıdır? Düşmanlarımıza yenik düşmek; yenememenin sorumluluğunu kazanamayacağı aşikâr askerleri cepheye sürüp savaşın sonsuza kadar sürmesine neden olmaktan daha mı kötü? Kendi irademiz kendi savaşımızda yara almak için fazla mı değerli? Savaşa sürdüklerimiz, bizim kaybedeceklerimizden daha mı değersiz?

Her aldığımızda bizi öldüren nefeslerin arka arkaya sıralanmasından ibaret şu hayatı yaşadığımız dünyada riyakârlıktan uzaklaştığımız tek an, sigaranın sönüp bir nefes daha alınamayacak hale geldiği o an sadece. “Keşke bitmeseydi” denen, “Bir nefes daha çıkar mıydı?” pişmanlığı duyulan, son nefeste sıkıntınıza bulduğunuz nedenin/çözümün ciğerdeki tüm duman boşaldıktan sonra aslında sizin durumunuza uymadığını anladığınız an; kendimizin kim olduğunun idrakine en yakın olduğumuz, ruhun zorla soktuğumuz ergenlikten çıkıp yetişkin olduğu an.  Bunun dışındaki her saniyemiz kendimiz dâhil herkese yalan söyleyerek geçiyor. Olduğumuz kişiyi hiç tanımadan (içerden) olmak istediğimiz kişi gibi davranıp (dışarıdan) görünmek istediğimiz kişinin rolünü oynamaya çalışıyor, kendimizi yalnız bırakıyoruz. Hâlbuki hayat sigaranın ciğerleri terk ettiği an kadar gerçek ve ciddi, dünya da yalnız hissetmeyecek kadar kalabalık değil.


İçmeyin şu boku.

1 yorum: