Yoksa yakardım bir sigara, dumanının kıvrım kıvrım
yükselişini izleyip düşünürdüm bir yandan “Neden böyle?” diye. İzmariti, kolları
arkasından bağlı birinin başını su dolu küvete bastırır gibi öldürmeden hemen
önce bir “şu yüzden” bulunur illa ki. Her sigarada başka bir geçerli neden
bulabilirdim. Benim için kendini feda eden her bir dalın
ardından yeni bir tanesini tutuşturur, bir önceki cesedin tatmin etmeyen
cevabının yerine daha makul bir tanesini koyabilirdim. Pantolon cebinde sıranın
kimde olacağının korkusuyla alnında, gövdesinde, her yerinde çizgiler oluşmuş,
iki büklüm kalmış sigaralarım yetmezdi; yepyeni, gencecik kurbanlarla dolu bir
paketi “ya yetmezse” diye alıp cebime koyabilirdim hava karardığında eve
dönmeden önce. Hiçbir soruyu ertesi sabah unutulacak veya yetersiz kalacak bir
cevaptan mahrum bırakmadan yatabilirdim o gece.
Ama bıraktım.
Ben yanmayayım diye yanmaya razı, kaderi daha güneş altında
kurutulmadan çok önce yazılmış, “bir üst akıl” tarafından kedere ve sıkıntıya
karşı benim tarafımda savaşsın ve ölsün diye üretilmiş o askerlerin külünü
yerde bıraktım. Bugüne kadarki mücadeleleri tarihimin tozlu sayfalarında kaldı,
kendilerini feda ettikleri bu dava da aslında hiç gerekli olmayan bir davaymış;
mücadele için ön saflara onların sürüldüğü bu metod en başından beri yanlışmış
gibi bir hiç uğruna yanmış oldular. Bu onların suçu değildi aslında, benim ve
bu karşı koyuşu seçenlerin yanlışıydı. Karşı koymanız gereken bir durumda size
en cazip gelen çözüm aynı zamanda çevrenizdekilerin size en çok tavsiye ettiğiyse, ekseriyetle yanlıştır zaten.
Tütün hep vardır; içine silah olarak zehrini, kıçına daha
güvenli olsun diye zırh olarak filtresini, etrafına hangi sınıf asker olduğu
belli olsun diye ambalajını koyacak bir sermaye de vardır mutlaka. İnsanın
aklını kemiren, geceleri uyutmayan, göğsünün ortasına oturan düşmanı da vardır,
yoksa da bulunur; düşman olmadı olmaz. O düşmanla nasıl başa çıkacağınızı
düşünürken çevrenizdekileri görürsünüz; kimi sert mizaçlı kimi yumuşak huylu,
kimi tek başına kim bilir kaç derde yeterken kimi paket paket düşmanın önüne
serilen erlerin kanlarını emen o insanları görürsünüz. Dişleri, bıyıkları
sararmış üstleri başları barut kokan o insanlarındır yanlış. “Başka türlü olmuyor”
derler. “Bırakılmıyor ki” derler. Derdim. İşte yanlış onlarındır.
Benimdir. Yoksa dünyanın düzeni böyle. Birileri başkalarının derdiyle yanacak
kadar vardır bu dünyada, bir tarafta da onları eğitip donatıp düşman
sahiplerinin önüne koyacak kadar bu sistemin üstünde oturanlar. Biz de
ortadakiler olarak bizim davamıza başkasının bulduğu çözüme omuz veririz; “Başka
nasıl olacak ki” deriz, “Ben bırakamam” deriz, daha da ötesi “Bana bir şey
olmaz” deriz. Tam tersi olduğunu biliriz ama kim yanıldığını kabul eder ki
gururlu “yanılmayış”ın tek yan etkisi vicdanı çok da acıtmayan riyakârlıkken?
Seçme hakkı bizdedir, dertlerle düşmanlarla kendimiz mi
yüzleşiriz yoksa öne bizim yerimize bir başkasını mı süreriz? Kederin
cephesinde şehit düşmekten korkup kazanmayı mitleştirmek insanın mirası mıdır?
Düşmanlarımıza yenik düşmek; yenememenin sorumluluğunu kazanamayacağı aşikâr
askerleri cepheye sürüp savaşın sonsuza kadar sürmesine neden olmaktan daha mı
kötü? Kendi irademiz kendi savaşımızda yara almak için fazla mı değerli? Savaşa
sürdüklerimiz, bizim kaybedeceklerimizden daha mı değersiz?
Her aldığımızda bizi öldüren nefeslerin arka arkaya
sıralanmasından ibaret şu hayatı yaşadığımız dünyada riyakârlıktan
uzaklaştığımız tek an, sigaranın sönüp bir nefes daha alınamayacak hale geldiği
o an sadece. “Keşke bitmeseydi” denen, “Bir nefes daha çıkar mıydı?” pişmanlığı
duyulan, son nefeste sıkıntınıza bulduğunuz nedenin/çözümün ciğerdeki tüm duman
boşaldıktan sonra aslında sizin durumunuza uymadığını anladığınız an;
kendimizin kim olduğunun idrakine en yakın olduğumuz, ruhun zorla soktuğumuz ergenlikten
çıkıp yetişkin olduğu an. Bunun
dışındaki her saniyemiz kendimiz dâhil herkese yalan söyleyerek geçiyor.
Olduğumuz kişiyi hiç tanımadan (içerden) olmak istediğimiz kişi gibi davranıp (dışarıdan)
görünmek istediğimiz kişinin rolünü oynamaya çalışıyor, kendimizi yalnız
bırakıyoruz. Hâlbuki hayat sigaranın ciğerleri terk ettiği an kadar gerçek ve
ciddi, dünya da yalnız hissetmeyecek kadar kalabalık değil.
İçmeyin şu boku.
Vay amına koyim.
YanıtlaSil