13 Aralık 2011 Salı

Davuldan Darbuka, Gitardan Ud Yapmak

26 Kasım akşamıydı, hiç unutmuyorum (üzerinden henüz 2-3 hafta geçen şeyleri kolay kolay unutmuyorum), yine Limonlu Bahçe'deydik. Sağolsun arkadaş grubumun tüm elemanları 20li yaşlarda olup 80li yaşların ruhunu taşıdıkları için bir kafeye gidip sobanın dibinde "Aaaah ah, nerde o eski Ramazanlar" kabilinden takıldığından dolayı içim geçmişti yine. Tamam, ekibimizin tamamı pek de hoş olmayan düşüncelere gark olmuş, kötü zamanlar geçirmiş, akşam işten çıkmış falan filan ama o ne lan! Gencecik insanlarız, kafede oturmak niye! Hayır, demiyoruz ki gidelim tepinelim gecenin körüne kadar. Dans mans, ne becerebilirim ne de severim yani. Bak yine asabım bozuldu...

Zar zor bizimkileri çıkardım o huzurevinden lakin yer yön duygularım mıknatısla taciz edilen bir pusulayla benzerlikler gösterdiğinden gidelim dediğim hiçbir yeri bulamadım. Allah'tan Emre vardı da, en azından Baykuş'u bulabildi. Baykuş, yıllar önce ablama korumalık yaptığım dönemlerde mecburen gittiğim sıkış sıkış bir yerdi. Bayıktı açıkçası. Gitmek için orayı seçme nedenimizse kapalı bir mekan olmasına rağmen sigara içilebiliyor olmasıydı, başka bir şey değil yani. "Belki yıllar içerisinde değişmiştir" diye bi deneyelim dedim.

Değişmemiş.

Hala sıkışık (çok da kalabalık olmamasına rağmen) ve loş bir yerdi. Yine de bizim ekibin yüzünde bir tebessüm buldum; silkinip kendilerine geldiler ve sadece ayakta durup bağıra çağıra sohbet ederek üzerlerindeki ölü toprağını attılar bir anda. Çok üzüldüm. Şu halimize bak ya. Kaç yaşındayız lan daha...

Tam karşımızda bir sahne olduğunu farkettim Emre önümden çekilince; deve gibi herif, bütün görüş açısını kapatabiliyor insanın. "Oha" dedim; "yoksa, yoksa burda canlı müzik mi var?" Varmış. Baykuş'a artı 1 puan. Sonra sırayla sahneye 4 tane eleman çıktı. Eski çizgi filmlerdeki Alman yerlileri gibi giyinmişler öyle kafalarındaki şapkalarda bi tüy eksik (Alman yerlisi ne lan :S). Çok da bir beklentimiz yoktu ki, ekibin içinde bir keman farkettim. Ne güzel şey lan keman. Gitar, bas gitar, davul, keman. Beklentim yükseldi vallahi. Sonra başladılar, çaldılar, çaldılar ve biz de şıkır şıkır oynadık. Evet, bildiğin şıkır şıkır oynadık. Çaldıkları şarkıları da söylüyorum; Killin in the name (Rage Against The Machine), Overload (Sugababes), Billie Jean (İbrahim Tatlıses!) vb. şeyler. Adamlar gayet bildiğin nihavend makamında çalıyor lan. Sahneden indikleri gibi dedim ki "Olum ben bunlarla tanışçam, bişeyler sorucam bunlara". Arkadaşlarım "Yapma" dedi, "Manyak mısın olum ne sorucan" dedi, dinlemedim. Ter içinde, elindeki rakıyla sahneden inen adamın yolunu kestim ve "Seninle konuşabilir miyiz?" dedim. Biraz garip göründüm sanırım o an. Ben de bi değişik hissettim "N'apıyorum lan ben ?!" dedim kendi kendime ama artık iş işten geçmişti. Çok iyiydi lan adamlar.

İsimleri "Besidos". Yaptıkları iş ise bilindik şarkılara folklorik coverlar yapmak. Gayet de güzel olmuş, bir Anadolu düğünündeymiş gibi hissettiriyorlar insana ama Balkan tadı da var, Country var azıcık, ne bileyim işte biraz İspanyol tınısı falan hep karıştırmışlar birbirlerine.

Vokal Hüseyin Köroğlu; Baykuş'un kapısının önünde yakaladım adamcağızı. "Ya abi, çok güzel ya siz nerden çıktınız böyle?" dedim, "Almanya'dan geldik" dedi. Alamancı bir genç (40 yaşında ama genç işte). Taa 80lerin sonlarında lisedeyken kurulan bir grup Besidos. O zamanlar adı Besides'mış. Bir yandan müzik yaparken bir yandan da Alman ARD'de prodüktörlük yapan Hüseyin, Baykuş'tan gelen "Gelin abi bikaç akşam bizde çıkın" teklifini geri çevirememiş. O kadar heyecanlıydı ki adam, sanki MTV'ye çıkıyor. İstanbul'a gelirken gruptaki diğer arkadaşlarına "Bizans'a, Osmanlı'ya, Rumeli'ye gidiyoruz olum!" dediğini anlattı bana. Yani adam bildiğin buralara hayatında 2-3 kez gelmiş, ve bu da onun için müthiş bir tecrübe ve avantajmış (yine onun deyimiyle). Yahu biz her hafta sonu geliyoruz, bizim için müthiş bir çile ve ızdıraptan başka bir şey değil. Sanatçı olmak lazım demek ki. Ya da mazoşist. Bilemiyorum.

Yaptıkları müziği "Etnisite müziği" olarak adlandıran bir grupla karşı karşıyayız. Etnisite kelimesini genelde bizim alehimize gelişen siyasi olaylarda duyduğumdan kulağıma pek hoş gelmedi, ukalalık yapıp "Biraz country, biraz orta doğu, biraz Balkan falan var sizde..." diyecek oldum, Hüseyin verdi ayarı: "O etnisite işte. Zaten folk dediğin dünyanın her yerinde aynı değil mi? Sen göremiyor musun country müziğin ne kadar Arap müziğine benzediğini; Arap müziğinin ne kadar Balkan müziğine benzediğini?" Ezildiğimi hissettim bi an. Adam haklı.

BİR "İSMAİL YK" DEĞİLLER

Yurt dışından gelen bir insanla oturup muhabbet ederken konu illa ki "Abi biz orda nasılız, neler yapıyo bizim gençler, oralarda bize nasıl bakıyolar?"a geliyor. Yani Hüseyin'in dediğine göre biz nasıl bakıyorsak onlar da öyle bakıyormuş: Gayet normal. "Oralarda da işinde gücünde insanlar bizim Türkler. Tabii ki buralara Türklerle ilgili olumsuz olayların haberleri geliyor (son dönemde yaşanan kundaklama, cinayet vakalarından bahsediyorduk da) ama bunlar Türkiye'de de olan şeyler. Aşırılıklar ufak tefek her yerde var" diyerek yüreğime anlayamadığım bir şekilde su serpti. Müzik anlayışındaki farklardan, Türk milletinin tipik özelliklerine kadar geldi konu bir ara ki tek sorumlusu da bendim; geyiğe bir başladım mı taa nerelere çekiyorum, çok gevezeyim. Dedim ki "Kardeş, bak öyle bir şarkıyla bitirdiniz ki, yordu bizi. içimizi geçirdi. Biz böyle şeyi sevmeyiz. Hareketli şarkıyla bitireceksin eğer kendini Türk'e beğendirmek istiyorsan"... Sigarasından bir nefes çekti ve "Çok da s..imdeydi" bakışıyla "Bizde böyle. Her şeyin sizin istediğiniz gibi olması gerekmediği gerçeğine alışacaksınız. Belki o zaman tatminkar olmayı, yetinmeyi öğrenirsiniz. Biz burda sanat yapıyoruz." şeklinde atarlı bir cevap verdi. Alındığımı gördü ki devam etti: "Siz her şeyin istediğiniz gibi olmasını isteyerek beklentinizi yükseltiyorsunuz; bu da tatminsizlik getirir. Alışkanlıklara çok bağlısınız, onlardan kurtulun ve biraz etkileşin." Bunun üzerine ben de daha fazla surat asmadım.

Şimdi ben biriyle röportaj yaparsam (hemmen de röportaj yapıyorum oldu yalnız!) konuyu paraya getirmez miyim? Getirdim tabi. Efendim, bu iş para için yapılmıyormuş. "Avrupa'nın birkaç ülkesine gidip konser verdik ama elimize kazanç olarak bir şey geçmedi. Zaten bu işi para için yapamazsın. Para için yaparsan (çok afedersin) orospu olursun." Çok net oldu.

En son artık adamı öyle bir rehin aldım ki, içeriden görevliler çıkıp beni lafa tutarak Hüseyin'i kurtarmaya çalıştılar. Yani ben de anladım zaten. Elime CD'lerini tutuşturup beni uğurlarlarken Hüseyin de hala elinde rakı bardağıyla dolaşıyordu. Temiz içiyor adam. Ne meze ne yiyecek var lan. Bildiğin kola içer gibi rakı içiyor adam. Helal olsun. Aklınızda bulunsun; en geç mart ayında tekrar gelecekler Baykuş'a. Bu arada internetten sağdan soldan takip edin de geldiklerinde kaçırmayın derim. Hatta diyorum: Kaçırmayın. Aşağıdaki linklerden de bi bakın bakalım, boşuna mı yazmışız bu kadar yazıyı. Sen de bak Zekeriya. Seversin.

Besidos Facebook Sayfası

Besidos.de

2 yorum:

  1. Blogger ve okurlarını bilgilendirmek adına:

    Besidos Mart ayında tekrar Baykuş sahnesinde olacak. Net tarih yılbaşından sonra açıklanacak.

    YanıtlaSil
  2. Söyle söylegim........Nisan olacak! :))

    YanıtlaSil