15 Kasım 2011 Salı

Mide Spazmı


Strese sahip olduğum ama strese dayalı hastalıklara hiç sahip olamadığım için hep hasta olarak stres atmayı denedim. Yani şöyle ki; stres, fiziksel rahatsızlıklara yol açıyorsa eğer; bedenin bir bildiği vardır, bi faydası dokunuyordur insana o hastalığın. Hastalığın ne faydası olur dememek lazım; ne zaman ki kar yağarken tişörtle sokağa çıkarım, hastalanıp ciğerlerimi perişan ederim, o zaman huzur bulurum arkadaşım ben. Kar yağmıyor işte, problem orada. Neyse ki hayatımda ilk kez strese dayalı bi rahatsızlık edindim. Stresin fiziksel anlamda en çok vurduğu bölgede: Mide. Sıradan yani. Özel hissetmek istiyor insan, zaten stresin nedeni bu değil miydi? Mide hastalığı ne lan. Herkesin midesi hastalanıyor...

Stresin tanımını yapmak istemiyorum şimdi; biliyorum tanım manyağıyım ama gerçekten hiç çekemeyeceğim. İnsanın olmasını istediği ve olmaması için bir neden göremediği şeylerin bir şekilde gerçekleşmemesi olabilir. İlgi manyağıysanız genel anlamda gördüğünüz ilginin yetersizliği sizi sıkıntılara sokabilir. Değiştiremeyeceğiniz, müdahale edemeyeceğiniz durumlar hayatınızı çevrelemiş oloabilir, inisiyatif kullanabileceğiniz alanların dişe dokunur alanlar olmayışı manevi olarak rahatsızlık verebilir. Bunun gibi şeyler işte. Fiziksel rahatsızlığa sahip olmak ise sanki bunların etkilerini azaltabilirmiş gibi geliyor aslında. Şimdi, fiziksel her türlü aktivite, düşünsel olanların yanında yüzeysel ve basit kalır bir insan için (yani, öyle değil mi?). Stresin ortaya çıkardığı fiziksel rahatsızlıklar da, sanki beynin bize "Lan amma düşünüyosun sen de ya, düşünme bu kadar. Dur sana biraz yüzeysel, çözümü basit dertler vereyim de zihnin dağılsın" deyişi gibi. Belki de değildir bilmiyorum.

Okuduğumda beni çok feci şekillere sokacağını bildiğim için okumadığım bir kitabın arka kapağında gözüme çarpmıştı şuna benzer bir söz: "Hastaysan, yaşıyorsun demektir." Hasta olduğumda hep bu aklıma gelir; akşama kadar mal mal şeyleri kendine dert et, yok efendim maçın sonucu nolcak, yok PES'te eline veremedim Gökhan'ın, yok akşam içsek mi acaba falan filan. Hasta olunca başka hiçbir derdi kalmıyor ya insanın hastalığından kurtulmaktan başka, bayıldım işte o lafa ben. Yalnız, yaş ilerleyince de değişebiliyor çocukluğunuzda okuduğunuz yazıların verdiği hissiyat; ve artık o aklınızı boşu boşuna kurcaladığını düşündüğünüz sıkıntılardan biri olmaktan çıkıveriyor yalnız olmak. Yalnız olsanız da, olmasanız da. Sadece sizin kendinizi ne kadar yalnız hissettiğinize göre değişiyor durum.

Evladının hasta oluşu karşısındaki ebeveyn tavrı benimki gibi bir ailede geleneksel değerlerden farklı olduğundan, yıllardır olduğu gibi yine anne ve babadan hasta olduğunu gizleme davranışı sergilemek durumunda kaldım. Bu bile bir farklılık aslında. Bu bile bazı dertleri unutmanızı sağlayabiliyor. Bir süreliğine tabi. Akşam olup da arkadaş yüzü gördüğünüz anlarda da "Hasta mı oldun? Geçmiş olsun. Ee o zaman ne içebileceksen biz de ona göre bişeyler içelim" biçimindeki düşüncelilik de işe yarıyor. Sonra arkadaşlarla takılmaca bitiyor ve eve dönüp yatağa giriyorsunuz. O anda anlıyorsunuz hasta olmanın her s.ke yaramadığını. Anne - babayı üzmemeyi, kızdırmamayı ve dolayısıyla hala bir aileymiş gibi hissetmeyi yaşattı hastalık. Arkadaşlarınız da kendinizi iyi hissetmenizi sağladı, saygı gördüğünüzü hissettirdi. Peki, hani mızmızlanacak, nazlanılacak kişi? Hani o hastalığınız sanki kansermiş gibi davranıp sizi hayatta tutmak için herşeyi yapacakmış gibi davranacak olan? Nerede o sarılmayı her türlü hastalığın tedavisi olarak gören?

İşte bu zaten başlı başına stres nedeni. Stres de fiziksel rahatsızlıklara neden oluyor. Yani bu kısır bir döngü. Yanlış mıyım Zekeriya?

1 yorum: