13 Eylül 2011 Salı

İnsanın Dert Dediği

Her sabah saat 7:30. Haldır huldur girişmişsiniz işe; 2 gündür de baygınlık geçirdiğiniz anlar dışında uyuyamamışsınız. İşle ilgili saatler fiziken halter eforu sergileyerek geçerken, geri kalan saatlerin de aynı şekilde geçmesini istiyorsunuz, zira meşgul olmadığınız anlarda aklınızın her köşesine yayılmak için bekleyen bir düşünce silsileniz var. Aklınız başka mevzularla dolsun ki aklıma gelmesin diye uğraşıyorsunuz ama şöyle de bir açmazın içindesiniz; zaten aklınıza girmiş bir kere, inkarlardayız yani sadece.

İş, hiçbir şeyi anlamayan insanlara, anlasalar bile 2 saniye sonra unutacakları şeyleri belletmek üzerine kurulu genelde; silkmede dünya rekoru kırmanız gerekmediği zamanlarda. Aynı anda bir başka iş, atalardan miras kalan: aynı anda dört el, dört kulak ve dört telefona ihtiyaç duyduğunuz. İşinin puştu olmuş hukuçular (üçkağıtçı), iş adamları (sorumsuz), mimarlar (verimsiz), vesaire. Tüm bunlarla kurulan irtibatlardan alınan sonucun bildirilmesi gereken bir baba (memnuniyetsiz). Böyle bir düzende günün sonu bir yük treninin altına kalmaktan farksız olsa da atıyorsunuz kendinizi sokağa, atmak istiyorsunuz. Şöyle etraflıca bir haykırıp "Alayınızın a.q!!!!!!" diye, önünüze gelen ilk kişiye dayılanıp ya bir yerlerlerini kırmak istiyorsunuz veya (aslında daha çok istediğiniz) dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş, destansı bir dayak yemek istiyorsunuz. Yakışmaz tabi. O zaman biriyle paylaşmak, anlatmak lazım içindekini, dökmek lazım ama zaten ketumluğuyla nam salmış, az anlatan ama çok dinleyen kimliğiyle dert babası olmuş, 72.5 milletten pasif agresifin yareni haline gelmiş ve üzerine yapışan rolleri değişmeye karşı koymak, direnmek adına terketmeyen biri için bu da üzerine tıklanamayan, gri bir opsiyon olarak kalıyor. Tabii ki bu düsturu edinmiş olmanın bir amacı var; insanları sıkmamak, insanları sıkan türden bir kişi olmaktan ölüm gibi korkmak. Hele ki bu başınıza gelmişse, iyice içine kaçıyor insan.

İnsanları sıkma, kendinden soğutma korkusu çağın vebası gibi bir şey aq. İnsan karşısındakini sıkmamak adına stratejiler deniyor ki, çok da fena oluyor; stratejiler de karşısındakini sıkmakla sonuçlanabiliyor. Şimdi, yukarıda saydığım, yaşarken beni zaten limon gibi sıkan olayları birine anlatıyorum diyelim. "N'oldu?" deme nezaketini göstermiş olsun olmasın karşıdaki, bir anda bir düşünce saplanmalı beyninize; "Lan dinlicek de nolcak aq?" İnsanın dinlemekten zevk alması demek, illa her boku zevkle dinleyeceği anlamına gelmez. Hali hazırda her şeyi dinlemekten zevk alan birine bile her gün aynı eziyeti çektirirseniz, zevklerini tekrardan gözden geçirmesine neden olabilirsiniz. Bayılma, sıkılma eşiğiniz yüksek olabilir lakin herkesin ki de öyle olacak diye bir durum da yok. Ağzınızı açtığınızda her konuda karşınızdakini boğacağınız bir dönemden geçiyorsanız; sonunuz bir "epic failure" olmadan düşün insanın yakasından ve bu döneminiz geçtiğinde kendisiyle tekrar tatlı tatlı muhabbet edebilme ihtimali yüksekmişçesine umutla yaşayın; sizin için olmasa bile karşınızdaki için hayat kurtarır nitelikte bir hareket olacaktır. Hatta bir bok sürdürmemek adına mangalda kül bırakmayıp, aslında her gün yerle bir ettiğiniz gururunuzu da korumuş gibi hissedip "ehe! ehe!" diye gülebilirsiniz birkaç saniyeliğine.

Sonuç olarak, 1: Kendiniz olmak için ne kadar çok kasarsanız, değişime ne kadar kapalı kalırsanız, o kadar mal olursunuz, zira; su akar, yolunu bulur. Çabayı, hayatın anlamlı olabilecek alanlarında gösterin, insanlarla diyalog çaba göstererek değil, zamanla olan bir şey. Diyaloğun değişmeyen mevcut fiziksel imkanlarıyla derdinizi anlatamayabilirsiniz, tavırlarınız yanlış anlaşılabilir. Diyalog daha yakın, daha fiziksel bir seviyeye gelmemişse, gelememişse ve gelmesi için verilecek kararlar size ait olmayacaksa devam etmeniz size olmasa bile muhatabınıza sıkıntı verecektir. 2: Günlük - dönemlik dertlerden geberip başka şeyler konuşmak için kasmaya çalışmaktan başka yol bulamasanız da, dertlerin içinde Buridan'ın eşşeği gibi kalakalsanız da "Sana anlatmazsam kime anlatayım ki :(((" demeyin. Liseli olmayın. Bi sktirin gidin yani. Bunların anlatılabileceği kimse yok. Bu tür sıkıntılar hayatımıza birilerine anlatalım diye değil, içimizde patlasın diye giren sıkıntılar.

Bir skim anlaşılmayan yazımı buralara kadar okuduysanız sizin de hakikaten yapacak bir işiniz yok ya da benzer dertlerden muzdaripsiniz ve "Acaba bu eleman nasıl idare ediyormuş bir bakayım" mantalitesiyle buralara kadar geldiniz. Evet, bir skim anlamadınız, kabul edin. Ben de anlayamıyorum çoğu zaman. Anlamaya çalışmayın; eğer bu tavsiyeme kulak verirseniz, dediğimi yapıp yaptığımı yapmamış olacaksınız. Hayırlı işler.

1 yorum: