26 Şubat 2011 Cumartesi

İçe Dönük Bir Arayış: Kıl Dönmesi - Part XI

Uzun zamandır içmek olarak tanımlanabilecek bir şekilde içmemiştim, İyi mi oldu kötü mü dersen, hiç iyi olmadı. Sefillikten başka bir şey değil. Yani insan laf olsun diye içtiğinde tamam, içiyor ve bitiyor olay ama akla takılan bazı şeyler gitsin diye, beynini kemiren düşünceler yok olsun diye içince boku çıkıyor; yüksek ihtimalle de o düşünceler çıkmıyor beyinden, aklıdan zaten.

Çoğu zaman kendimle ilgili uyuz olduklarım aklıma geliyor. Uyuz olduğum unsurlarımdan biri, insanların çoğunu henüz ilk görüşte tanımlayıp tanıyabilmek ve ne kadar uzun süre geçerse geçsin o tanışma faslının üzerinden bu tanıma bağlı kalmak; değişimi hesaba katmamak. Tabi bu adapte olamama, değişime ayak uyduramama endişesinden ileri gelen bir durum da olabilir. Sistemli şeylere ayak uyduramama gibi bir problemim var da. Ne diyordum? Hah. Bir diğer sinir bozucu kısmım da tanınamıyor olduğumu düşünmek. Yani bana ait genel bir çıkarım yokmuş gibi, "Halileo = şunu şunu yapan kişi" denecek bir özelliği olmayan biriymişim gibi. 24 Şubat günü, bana ait bu yapının aslında temeli olmadığını anladığım gün olarak tarihime geçti panpa. Sıkıntıdan, sinirden, moral bozukluğundan başka bir şeyle geçmeyen bu gün, yine tüm sayılan özellikleriyle aslında çok sıradan bir gün olarak geçti. Akşam biraz içtikten sonra (ki dağılacak kadar değil) eve gelince yine böyle bir ağırlık, bir adamsendecilik, bir vurdum duymazlık... Neyse, bir baktım konuşacak edecek kimse de yok; tam biraz daha içiyordum ki Shego onlinemış. Kendisinde de biraz alkol sezdim.

İşe girmiş, bir daha tebrik edeyim buradan. Kendisi benden 7-8 üst rütbede bir pesimist ve depresif olduğundan, hayatında olumlu gelişmeler olduğunda inanamama gibi bir eğilimi var. Aslında işlerin iyiye gidiyor oluşunun gayet sıradan oluşuyla ilgili genelde benim pek kulak asmayacağım türden bir şeyler anlatırken, her zamanki gibi depresif bir kontra atağa giriştim. Yani tamam, senin işler iyi gidiyor ama burada değişen bir şey yok gibi. N'apsın, o da işte yalandan bir moral aşılayayım derken bir laf etti, aynen Ctrl+c: "senin bebişin olucak halileo. oğlun olcak. bi dene"

"bi dene" kısmı garip gelmekle birlikte, bir gariplik hissettim kendimde. Ulan, nereden çıktı şimdi? Yani itiraf ediyorum evet gerzek gibi taa ortaokuldayken 50 yıl sonrasını düşünürdüm sanki görebilecekmişim gibi, böle çoluk çocuk falan. Ama bu bir ukde değil, bir yara değil, ne bileyim. Yani bir şey, benle ilgili. Ama kendisine bahsettiğimi hatırlamıyorum. Zaten yeterince kunil bir şey değilmiş gibi böyle bir düşünceye sahip olmuş olmak bir zamanlar; üstüne bir de insanın yanaklarından çenesine doğru bir yol açılıyor ya, daha da kötü hissettim karı kılıklılığımla. Tabii ki bu durumlar ne kadar az olursa olsun alkol almış olmakla ilgili (diye düşünüyorum). Neyse ki göz pınarları böyle bir duruma alışık değil, geldi geçti işte. O akşam huzurlu yattım, insanların benim hakkımda doğru tespitler yapabiliyor olmasını güvenlik duvarımdaki zayıf bir nokta olarak görmeyerek; eskiden hayalini kurduğum ve artık olmayacak şeyleri düşünerek yatınca o 2-3 saat yatakta dönmelerle falan uğraşmadım, 5 dakikada uyudum. Kabullenebilmenin de kendine has bir huzuru var.

Sabahlar genelde huzursuz vakitler olur benim için; hoş, her vakit huzursuz aslında.Dün sabah yine Emre ile sözleştik, hava soğuk, karagahta buluşacağız. Şimdi, normalde kendi yüzümün neye benzediği ile ilgili pek bir fikrim yoktur normal zamanda. Şunu söyleyebilirim, günün her saatinde aynı yüz ifadesiyle dolaşırım. Yanımda arkadaşlarım varsa laflıyoruzdur; işte o zaman yüzümün aldığı şekil sanki son derece eğlenceli şeylerden bahseder gibidir hep; cenazede bile olsak. Neyse işte, karargaha doğru giderken yine öyle kafamda binbir türlü şeyle; Emre'nin sesini duydum. Normalde Emre'den beklenmeyecek bir tavırla karşılaştım sonra: "Lan bu ne surat? Katil gibi öyle mendebur mendebur bakıyosun lan? Şirketin mi battı anan mı öldü?" türünden cümleler kurdu bana. Aslında bu benim her zamanki halimdi. Yani insanlarla beraber değilken demek ki böyle pis, nursuz bir ifadem oluyor. Çok şaşırdım yaw. Yani aslında tahmin edebiliyordum biraz, yalnızken sert bi ifade olur suratımda; "Bana bulaşmayın olum" gibi. Değilimdir öyle de, ifade bu yani. Bu derece sert bir ifadem olduğunu ise Emre'den öğrendim. Bir şaşırtgan olay da bu oldu benim için; kendimle ilgili bilmediğim bir şey öğrenmiş oldum. Atıp tutuoyrum ya "Herkesin ciğerinin kaç kg olduğunu görmeden bilebiliyorum" diye; daha nasıl baktığımı yeni öğrendim ben. Üstüne bir de yine Emre'den çok fazla görülmeyecek şekilde bir tepki aldım; "Ulan sen niçin hiç kendine vakit ayırmıyon oğlum? Neden sürekli 'Şunun şusu için şuraya gidecem, bunun busu için buraya gidecem' diyip duruyosun? Gel lan pazar günü bir yerlere gidelim, gezelim aq bi günü de kendine ayır be ya" biçiminde. Evet, bir yaşıma daha girmiş oldum evet. Lafını sözünü hiç dinlemediğim ve aslında bundan dolayı hiçbir zarar görmediğim babamın da bir lafı doğru çıkmış oldu böylece: "Acından ölsen de suratından belli olmasın; dostun üzülüp düşmanın sevinmesin".

Dün akşamı ise yine ders alamamış biri olarak ölük ölük içerek geçirdim. Böyle bir tane daha içsem, herhalde sızıp kalacaktım sokak ortasında. Ve bir ders daha; bundan sonra artık ayda bir de değil; hiç içmiyormuşuz panpa. Evet, özletecek kendini biraz ama, özleyeceğim diye beni harcayacak şeylere kendimi kaptıracak yaşı geçtim ben sanki.

Neyse işte, dediğimi yapın yaptığımı yapmayın. Mutluluğu ve güzel şeyleri huzursuzluğun ve depresyonun yakıtı olarak kullanmayın. Çok yakıyor lan.





1 yorum:

  1. mutluluk ve güzel şeyler tam da depresyonun yakıtıdır aslında. çünkü bir kere mutsuz olmaya alıştıktan sonra, bir süre mutlu olacak olsan bile bu defa da bu mutluluğun ne zaman biteceğini düşünmeye başlarsın. bu yüzden mutlu olmaktan korkar olursun. korkunç bir döngü.

    YanıtlaSil