20 Şubat 2011 Pazar

Cumartesi Şeyi


Niye farklı olsun ki bu cumartesi? Yani işte hava soğuk değil ya, biraz güneş falan var ya; şımardım demek ki. Saat 11 miydi neydi; sokakta bir kenara sırtımı dayamış sigara içiyordum. Adamın biri yolun ortasında küt diye yığıldı yere. Daha ne olduğunu anlayamadan bir de sağa sola dönmeye başladı olduğu yerde. Her ne kadar çaresiz görünse de adam, insan bir tırsıyor yani. Tanımadığım biriyle oturttuk yere, kalkmıyor çünkü. Su verdik, içmiyor. Yanımdaki gürbüz amca şişeyi adamın ağzına sokmasaydı bir yudum bile almayacaktı. Etrafta adamla ilgilenen başka insanlar olduğunu görünce çekildim ben de. Daha sonradan öğrendim; açlıktan bayılmış. 21. yüzyıl'dayız geyiği yapmak istemiyorum ama Somali mi lan burası? Koskoca adam; kapı gibi. Enine boyuna kalıplı. Üzerinde boyacı tulumu, tulumdaki boya lekeleri de hala ıslak. Yani çalışıyor, işi var. Peki niye açlıktan bayılıyor? Parasını yemeğe ayırmak istemediğinden olabilir gayet. Ülke nasıl da ferahladı lan son birkaç senede di mi?

İçimde burukluk olmasa bile bir şekilde buruluyor cumartesi günü insanın içi. Bu durumun kimin s.kinde olduğu ise benim için tam bir bilinmez. Neyse işte; bir İstanbul yolculuğu daha Şifa'dan başladı 500T sponsorluğunda, kulakta kulaklıklar. Bu hafta da kendimi shuffle'ın kollarına bıraktım; cumartesinin bana olan garezi mp3 çalara da yansımış; +1 vasıtayla Kadıköy sahile inene kadar çalan şarkılardan 2-3ü hariç hepsi Muse. Fabrikaların oradan geçerken çalan Micro Cuts zaten ağzıma s.çmıştı ki, Esenyol durağındaki ağlamaktan gözleri şişmiş kız telefonunu kapatıp dizlerinin üzerine çökerek ağlamaya devam ettiği anda da Space Dementia'nın ortasına gelmiştim. Sahile geldiğimde Shrinking Universe ile birlikte bir Camel yaktım; sigara bittiğinde In Your World eşliğinde niçin, neden gibi sorular soruyordum öyle angut angut. Bir cumartesi akşamında bu saatte burada ne işim var gibi; yine de arkadaşlara ayıp olmasın. Ellerinden geleni yaptılar. Ozan, sana puanım 9 kanka.

Artık isyan edeceğim anda hep kendimi özel hissettiren anlamsız bir işaret beliriyor karşımda ve o işaret de cumartesi günleri Kadıköy-Taksim dolmuşları oluyor nedense. Hayatım boyunca hep gelmesi beklenen son kişi oldum bu dolmuşlarda. Kapısından içeri girdiğim gibi motor çalıştı, hareket ettik hep kendimi bildim bileli. Yine aynısı oldu; mp3 playerım da bir şaka yapıp Legend Of Steel çaldı bana. Yarı trafikli bir şekilde vardık Taksim'e. Dolmuştan indiğim anda bir afalladım; yağmuru severim bayılırım ama normalde hazırlarım kendimi yağmura; hiç beklemiyordum yeminle. Kafama indi indi de o yağmur, yanaklarımdan aktı böyle. Ağlıyor muşum gibi hayal ettim, hatta inandırdım kendimi aslında onların sadece yağmur olmadığına; gözyaşıyla karıştığını kabul ettirdim kendime kısa bir süre de olsa yanağımdan akan suların.

Cumartesi günü hüznünün nedenini tam olarak anlayamamakla beraber; bu hüznün bastırılamaz oluşu da içimi sıkıyor artık. Yine de içimdeki burukluğa bir tanım bulmak istersem, midemdeki ağırlığa bakarak hissettiğim burukluk "özlem"di ama neyin özlemi, kime özlem? Yani var bişeyler ama sanki böyle daha önce olmamış bişeyin özlemi gibi. Aman yaa, çok saçma. Kimin s.kinde ki?

1 yorum: