11 Ağustos 2010 Çarşamba

2010: A Ramazan Odyssey

Meğer yaz günü oruç buymuş. Nasıl bir uyku bastırdı anlatamam. Ayağa kalksam, duracak halim yok. Otursam, kesin uyurum. Canım fena halde sigara istiyor. Çok susadım. Bir tek karnım aç değil işte. Sokaklarda insan yok. Birkaç kişi geçiyor işte zombivari hareketlerle. Acaip sessiz. Bilgisayarın fanlarının sesi beynimin içinden geçiyor. Kafam öyle ağır ki şu an kontrol edemiyorum, boynumun üstünde salınıyor sağa sola.

Akşam acaba yine Çağrı'yı verecekler mi? Anthony Quinn'i görebilecek miyiz yine her Ramazandaki gibi? Sofranın başında ezan okunsun diye beklerken dalgınlığa gelip ağzımıza bir parça peynir atacak mıyız, hep beraber gülecek miyiz ardından? Ezan okunur okunmaz tangır tungur çatal - kaşık sesleriyle dolacak mı ev? Haberlerden veya dedikodulardan ziyade "Tuzu versene? Su ister misin? Arkasına ne var?" gibi olacak mı masadaki muhabbetler? İlk önce pideler mi tükenecek? Şişkin göbeklerle sofradan nasıl kalkıp da ellerimizi yıkayacağımız konusunda sorun yaşamayacak mıyız? Babaanne, sobanın üzerinde kestane yapmayacak mı yatsı namazından sonra? Yoksa sobanın üzerine portakal - mandalina kabuklarından filo mu yapacak? Hiç sanmıyorum. Olması muhtemel durum şu:

Ezana 5 dakikadan az bir süre kala eve girilecek. Odaya gidip televizyon izlenecek. Anne "Gel hadi şimdi okunacak ezan" diye seslenirken baba homurdanıyor olacak. Ezan okunmaya başlayacak fakat televizyon izlemek daha çekici gelecek birkaç saniyeliğine de olsa. Sofraya oturuulacak. Kimse kimsenin suratına bakmıyor olacak o anda. Öküz gibi yenecek o çorbalar. Sonra baba kalkacak masadan, ara verecek az yemek için. Anne oğul yalnız kalacak yemklerin başında. Yine hiç ses çıkmayacak; belki "İlk önce hangisinden yiyeceksin?" Parmakla gösterilecek tencere. Toplamda 10 dakikayı geçmeyen bir yemeğin ardından üste birşeyler alınıp evden çıkılacak. Kimseyle tek kelime laf etmeden. Sokağa çıkarken sorulacak kendi kendine, normal zamanda değil de hep Ramazanda aklına gelen ve sadece Ramazanda insana haklılığını sorgulatan sorular:

"Ne zamana kadar devam edecek bu "hayatımı mahfettiniz" duruşu? Gerçekten haklı mıyım? Ben bir adım atsam nasıl olur?"

Arkadaşlar görüş alanına girdiğinde bir durulur; "acaba" denir. Sonra büyük ihtimalle başka zamanlarda hiç açılmayan konuları kendi kendine sabahlara kadar tartışmak için görülmeden uzaklaşılır. Biraz haksızlık bulur insan kendisinde. Biraz da karşı tarafın hatalarının bilinçsiz olabilme ihtimallerini değerlendirir. Gecenin köründe daha bir anlayışlı, belki güleryüzlü eve dönülür. Kapıdan içeri girildiği anda o yumuşayan yerlerimiz tekrar kaskatı olur, nefret edecek nedenler sıralanır gözümüzün önünde. Hızla kendi işimize bakarız; dişleri fırçala, duş al, yat. Zaten eve gelindiğinde kimseyi de ayakta bulamazsın. Onlar da çoktan yatmıştır.

İşte Ramazan'ın eski haliyle yeni hali arasındaki fark bu. Sanki misyonu değişti aradan 10 - 15 yıl geçince. Eskiden evin en huzurlu, en mutlu anlarına fon yaparken şimdi bizi yargılıyor, kendi kendimizle hesaplaşmaya zorluyor gibi; hikmetinden sual olunamayacak bir fon ile: Din. Gerçekten kendinizle hesaplaşmak ve sizi sürekli gergin, agresif, huzursuz, tedirgin, mutsuz yapan pis duygudan kurtulmak adına sürekli doğruluğunu savunduğunuz o saçma sapan şeylerin gerçekten de yanlış olduğunu görmek sizi korkutmayacaksa ve huzuruna değer veren, başkalarından değer görme ihtiyacını absürd hareketlerle örtmeyen biri haline gelmek istediğinizi artık kabullenebilirseniz; birşeylere başlamak için en iyi zaman bu zaman.

Hayırlı Ramazanlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder